Dün sabah 5.50’de telefonum çaldı. Arayan Afrikalı bir arkadaştı.
Bilirsiniz, gece yarısından sonra, gün açmadan önce böyle telefonlar insanı irkiltir. “Hayırdır inşallah!” diye dua ile açarsınız telefonu.
Üzgün, korkmuş ve endişeli bir sesle haber verdi arkadaş: Sabah 4.30’da polisler evlerini basmış.
Gün içinde 3 arkadaş toparlanıp “geçmiş olsun” demeye, olan biteni dinlemeye gittik.
Afrikalı arkadaşlar, tek kapıları sokağa açılan, bir salon büyüklüğünde tek odalı bir yarı bodrum katında 4 kişi kalıyorlar.
Bu arkadaşların ortak özellikleri Müslüman olmaları, iç savaştan yeni çıkmış ülkeleri Sierra Leone’den insanca bir yaşama kavuşmak için ayrılmak zorunda kalmaları ve -söylemeye gerek var- “siyah” ve garip, yetim, yoksul olmaları.
Uykudayken, demir kapıları şiddetli ve hayli gürültülü bir biçimde dövülüyor. Şok ve korku ile yataklarından fırlıyorlar. Kapıyı çok sert biçimde yumruklayan kişilerin, bağırarak söylediklerinden sadece bir kelimeyi anlayabiliyorlar: Polis!
Afrikalılar buraya geleli 6-7 ay olmuş. Türkçe bilmiyorlar, İngilizce anlaşıyoruz.
Başka neler söylediler, diye soruyoruz.
“Aç Aç Aç!” diye kızgın bir halde bağırıyorlardı sürekli, diyorlar.
Bir de, meşhur ama ağır bir küfür var, maalesef bu pislik ibaresi küfür bazı dillere pelesenk olmuştur, o kadar ki, sanırsınız cümlelerin yüklemi! Küfürler etmişler.
Kendilerini polis diye tanıtan öfkeli 4 kişinin üniformasız olduklarını gören Afrikalılar, kapıyı açmamışlar.
Dört kişinin öfkesi artıyor, demir kapı dövülmeye devam ediyor, mahalle ayağa kalkmış, Afrikalılar büyük bir korku içinde evlerine sinmişler, tavuk gibi.
Biri içerden arkadaşlarını aramayı akıl etmiş. Arkadaşları Google’a girip Polis İmdat’ın numarasını bulup vermiş. Polisi aramışlar.
Kendilerini polis diye tanıtan lakin polis olduklarına dair tek bir işaret vermeyen bu 4 kişi yarım saatten fazla kapıda dikiliyor, kapıyı yumrukluyor, anlamadıkları bir dilde bağırıyor, çağırıyor.
Işıkları açmamışlar, yandan, ufak bir camdan görüyorlar dışarıyı.
Beş dakika sonra 2 polis gelmiş. İki gerçek polis! Üniformalı, sakin ve kibar insanlar. Biri İngilizce konuşuyormuş.
Afrikalı arkadaş anlatıyor:
“Polisleri görünce rahatladık. Kapıyı açtık. Kapımızda dikilen siviller bir hışımla içeri daldılar. Biri beni sertçe itip diziyle duvara çömeltti, tabancasını ateşlenecek hale getirdi, namluyu kafama dayadı. Hepimizi yere yatırdılar. Silahları üzerimize çevrili biçimde, evin altını üstüne getirdiler, her yeri dağıttılar. Daha sonra biri fotoğraf makinesi veya kamera çıkardı, hepimizi tek tek çekti.”
Bir başka Afrikalı arkadaş anlatıyor:
“Sivillerden biri mermiyi namluya sürmüş, bana doğrultmuştu. Bir mermi kovanının yere düştüğünü gördüm. Adam onu alıp cebine attı.”
Evde uyuşturucu veya başka suç unsuru bir şeyler aramışlar ama hiçbir şey bulamamışlar.
Yaşadıkları şok ve korku yüzlerine, seslerine, hareketlerine yansımış dört Afrikalı bize bunları anlattı.
İhbar üzerine gelen o iki Polis, kapıya dayanan 4 öfkeli kişinin kendileriyle birlikte içeri girmelerine, silahlarını çekip Afrikalıları yere yatırdıktan sonra “arama” adı altında evi darmadağın etmelerine müsaade etmiş.
Demek oluyor ki evi basan, yarım saatten fazla süre kapıyı döven, mahalleyi ayağa kaldıran öfkeli 4 kişi, sivil polismiş.
Bu 4 serseri polise sorulması gereken bazı sorular var, amirlerinin sorduğunu hiç sanmıyorum, bir vatandaş, bir avukat olarak şahsen sormak istiyorum:
Beyler, bu ne serserilik böyle!?
Arama kararı olmadan bir eve nasıl giriyorsunuz?
Arama kararı olsa da arama kararı, darmadağın etme kararı mıdır?
Sabahın köründe, daha hava aydınlanmadan, kapısına dayandığınız evde yaşayan insanlar “Polis, aç!” diye bağırdınız diye size kapıyı açmak zorunda mı?
Bu olayda hayduttan farkınız ne? Onlar da eli silahlı? Öfkenizden, şiddetinizden, küfürlerinizden önce üniformanızı, dahası Polis Kimliğinizi göstermeli değil misiniz?
Polis olmak size kaba saba davranma hakkı veriyor mu? Üstelik saçma sapan operasyonunuzun, aksiyon sahnelerinin a’sından z’sine suçsuz, masum insanlarla muhatapken!
Evet, kesin olarak hukuksuz hareket ettiniz, açıkça suç işlediniz.
Devletten aldığınız gücü kötüye kullandınız. İnsanların haklarını ihlal ettiniz.
Yol açtığınız hukuksuzluğun hesabını vermeniz için gerekli hukuki sürecin başlatılacağından, hatta, kamuoyu başta olmak üzere Başbakanlığa, İçişleri Bakanlığına ve ilgili tüm kurum ve kuruluşlara doğru yola çıkan bu “şikâyet dilekçesi” ile başladığından emin olabilirsiniz.
Evlerini bastığınız, darmadağın ettiğiniz, kafalarına silah dayadığınız, itip kaktığınız, ana avrat küfür ettiğiniz Afrikalılarda herhangi bir suç unsuruna rastlayamadınız diye üzülüyor musunuz?
Üzülmeyin, onlar yine de “suçlu”lar. Zaten “suçlu” olmasalar onlara böyle “köpek muamelesi” yapamazdınız!
Onların “suçu” Afrikalı olmak, siyah olmak, zenci olmak, garip/ yetim/kimsesiz olmak.
Ama sadece bu kadar, başka suçları yok!
Biz bu insanları tanıyoruz, siz de tanıyabilirsiniz. Bunun için polis olmaya da gerek yok, insan olmak yeterli.
Ha, siz polismişsiniz, istihbarat toplama kabiliyetiniz, teknolojiniz, yetkiniz filan var.
Ama işte, yetkinizi (kötüye) kullandığınız kadar, aklınızı kullanmıyorsunuz.
Basacağınız evde kimler kalıyor biliyor musunuz?
Afrika’dan yeni gelmiş insanlar Türkçe konuşamaz, anlayamazlar. Muhataplarınıza anladıkları dilden konuşun. Travma yaşattığınız bu insanların yerine kendinizi koyun.
Türkiye’de savaştan, yoksulluktan kaçıp Çin’e gidiyorsunuz, müthiş bir ürkeklik, yalnızlık içindesiniz, dilini bilmediğiniz, insanlarını tanımadığınız, iki sokak ötesini kestiremediğiniz bir yerde üç kuruşa inşaatlarda çalışıyor, karın tokluğuna yaşıyorsunuz. Devletten güç alan, ama işini kesinlikle iyi yapmayan eli silahlı birileri sabahın köründe kapınıza dayanıyor, bağırıyor çağırıyor, size Çince bir şeyler söylüyor ve sonra da “niye anlamıyorsunuz, niye sözümüzü dinlemiyorsunuz!” diye öfke ve şiddetlerini köpürtüyor, küfürler yağdırıyor.
Bu dört serseri polisin saatten haberi olmadığı gibi tarihten ve coğrafyadan da haberi yok herhalde.
Tarih 1993 ve Yer Güneydoğu’da bir dağ başı değil. 2013 yılında, Hukuk Devleti söylemi, iddia ve düzenlemeleri ayyuka çıkmış Türkiye’de, Avrupa şehri İstanbul’un göbeği Taksim’in aşağısında, ülkeyi 11 yıldır yöneten başbakanın çocukluğunun geçtiği Kasımpaşa’nın hemen yanındayız.
2013 yılındayız ve Polis Teşkilatında artık JİTEM rahatlığında takılan, ne olduğu, kim olduğu, kimlere çalıştığı, maaşını kimlerden aldığı, kimliği belirsiz, hukuktan bağımsız memurlara yer yok, olamaz diye biliyorum. Olmasın artık!
Bu dört serserinin tavırları Polis Akademilerinde kötü örnek diye anlatılmalı.
“Nasıl polis olunmaz”, bunu kısa süre içinde yol açtıkları hukuk rezaleti içinde sırıtarak gösterdiler! Tebrikler!
Bu serseri polisler kimliği oturmamış, teşkilattaki bayanlara hava atma peşinde seviyeyi düşüren ergenler mi yoksa?
Yoksa sabaha kadar dört bölüm kurtlar vadisi izlemiş ve gaza gelmiş; macera mı aramışlar?
Ellerinden -az kaldı- bir kaza çıksa, Türkiye bir Festus Okey daha mı tanıyacak?
(Haksız yere kıyılan bir can’ın hakkı ödenebilir mi, nasıl ödenir, bunu düşündünüz mü? Hukuku da geç, kul hakkı diye bir şey, fazla mı ince düşünüyoruz, hani Müslüman’ız ya, öyle diyoruz, o bakımdan!)
Hukukla bağlı olmayan bu dört serseri polis kim? Bu serserileri bulmak ve yargılayıp cezalarını vermek bizim vergilerimizle maaşlarını alan, hayatlarını sigortalayan görevli ve yetkili memurların işidir.
Herkes işini yapsın, işini iyi yapsın lütfen.
Kimse “artistlik” yapmasın!
Hukuku ayaklar altına alan o dört “artist” dâhil, hepimizin hukuka ihtiyacı var.
Çünkü hukuk örf, adet, gelenek görenek, akıl, mantık, namus, izzet, haysiyet, medeniyet gibi üst değerlerin, en üstteki insanlık değerlerinin güvencesidir.
Çünkü elzemdir.
Geri bildirim: Afrikalı Arkadaşlara Saldırı Taraf’ta: “Bunun Adı Irkçılık” | KARAKÖK AUTONOME tr/ch