Ruhsat Töreni

Ülkenin dört bir yanı ‘gerici’lerce ele geçirilmiş.

Bütün tersanelerine, bütün dershanelerine girilmiş.

Vay başımıza gelenler. Bugünleri de mi görecektik.

Mustafa Kemal’in askerleri için aydınlık bir yer kaldı mı, neresi!?

El cevap: İstanbul Barosu!

Evet, Aydınlık –Gazetesi’ne ait- Cumhuriyet için son kalelerden biri.

Bu ruh haliyle sarılırlar Baro’ya, Baro’nun imkânlarına.

11 kişiyle kalenin önündeler. Ne adam geçer ne top. İman etmişler. Direniyorlar.

Ve diretiyorlar. Din ve vicdan hürriyetine karşı diretiyorlar.

Yıl 2012. Staj Eğitim Merkezi’nin kapısına “Stajyer Avukat Meslektaşlarımıza Duyuru” başlıklı bir ilan asmışlar.

Hukuk Fakültesinden mezun olmuş ve avukat olmak üzere stajlarını tamamlamak isteyen insanlara pek mühim bir uyarı yapılıyor.

“Kirli kıyafetlerle, şort, kot pantolon, türban ve başörtüsü ile merkeze girilemeyeceği” uyarısı…

Aydınlık demiştik ya, işte böyle bir aydınlık.

(Ah zavallı kelimeler. Kimlerin eline düştüler.)

Bir kadın, bedenini teşhir edebilir -bu beden teşhiri taciz sınırlarını zorlayabilir- orası burası açıkta gezebilir, ancak saçları görünmüyorsa, örtülü ise gericidir.

Bu kafaya ulaşmak, yiğidi öldür hakkını ver, kolay iş değil.

Aydınlık Cumhuriyet’in büyük başarısı, böyle düşünenlere akıl almaz bir yanılsama ile özgüven vermesidir. “Çakallığı”, “çağdaşlık” diye yutturabilmedir.

Bugün bu özgüven fışkırması ile Halk TV gibi halkla alakasız ekranlara dalıyorlar. Cumhuriyet, Aydınlık veya Sözcü Gazetesi alıyorlar. Her gün rutin olarak gerekli yalan gıdalarını alıyorlar. Hayatta kalmak için.

Staj Eğitim Merkezi’nde öğrencileri yoklama zor’u ile derslere sokarlardı. Çünkü gerici’ler ülkeyi ele geçirdi, gençlerin kafaları çok bulandı, Mustafa Kemal’in askerleri, modern laik üniter vb. hukuk devletimizin, aydınlık cumhuriyetimizin neferleri olma bilincimiz zayıfladı. Bize kendi dogmalarını dayatacakları bir fırsat var elde. Bizi adam edebilirler!

Nerdeyse her derse katılmak zorunlu. Her derse aydınlık bir hoca geliyor. Nerdeyse her derste hükümete, hükümet üzerinden ‘gerici’lere, Müslümanlara, yani bize laf çakılıyor. Alaycı, küçümseyici sözler söylüyorlar.

Sadece militarizmin değil, kemalizmin de, sapık bir laiklik anlayışının da “son ütüsü” yapılıyor. Gaye kutsal. Gençler meze. Ortaya biraz hukuk alalım. İnsan hakları ile sirke de dökelim. Biraz da pul biber!

Bu hayli çağdaş abilerin, ablaların dininde, başka dinlere, bilhassa İslam’a karşı hoşgörü yok.

Hanımlar başörtülü fotoğraf veremiyorlardı ruhsat almak için. Erkeklere, yine zorla, medeniyet yuları taktırıyorlardı, dayatmacılar. Müslümanlara benzememenin gereği olsa gerek, sakal yasağı da var. Dinlerinin bir gereği de, sanırım, takım elbise giymek. Bilhassa başta mabetleri olmak üzere kritik yerlerde…

Putları reddetmek, idealleri korumak da bizim dinimizin, İzzetli İslam’ın bir gereği.

Dedim, Müslümanlara bu zulümlerinden ötürü, küçük de olsa bir protestoyu fazlasıyla hak ediyorlar.

Dedim, ben sizden uzağım!

Dedim, “Anlarsın Ya Baro”

Nihayet stajım bitti. 23 Şubat 2012. Yer İstanbul Barosu. Avukatlık ruhsatımı alacağım.

Annem babam yok belki, ama olsalar gurur duyarlardı, tıpkı diğer anne babalar gibi. Kısa bir süreliğine hayırlı evlat olurdum.

Benimle fotoğraf çektirmek için sahneye çıkan annemi gören Baro Yönetim Kurulundan “büyük avukatlar”, yüzlerine yerleştirdikleri yalancı tebessümleri zorla ayakta tutmaya çalışırlardı. Çünkü benim annem örtülü.

Neyse ki inanca saygıdan değil yaşlılara saygıdan ve de ortamın gerilmemesi gerektiğinden kabul görürdü.

Söylemeye gerek yok, zaten 38 okuyucumuz da biliyor, sevgili eşim de benim gibi –elhamdülillah, ‘gerici’dir. Allah’a şükür şeriatçıyız.

Gelmek istedi.

Gelme dedim, gerek yok.

(Olay çıkarabilirim. Öfkeliyim çünkü biraz. Bir otelin terasında basit bir kursa – CMK Servisi İçin Eğitim’e- dahi başı örtülü olduğu için alınmayan bir Müslüman kardeşimi gördüm bir hafta boyunca. Otele girerken başkaydı, terasa geldiğinde başka!)

Her zaman işe gittiğim gibi gittim, katılmanın zorunlu kılındığı ruhsat törenine.

Elbette takım elbisesiz, elbette kravatsız.

Ön sıralardaki yerime geçtim. Kürsüdeki masada oturan yönetim kurulu üyelerinden biri sürekli bana bakıyor. Yanındaki üyenin kulağına bir şeyler fısıldıyor, bu kez birlikte bakıyorlar.

Daha şimdiden dikkat çektim. Onlar da sanırım ilk kez böyle bir olayla karşılaşıyorlar. Büyük olay! Biri ruhsat alacak ve takım elbise giymediği gibi, kravat da takmamış! (Oh My God)

Baro Başkanı’nın propaganda konuşmasına, bize giderayak ayar verme çalışmasına yine zorunlu olarak, yine “maruz” kaldık.

Her avukat adayı, tek tek sahneye çıkacak ve başkanın elinden süslü püslü ruhsatnamesini alacak. Şak şak şak, alkışlar; slak şlak fotoğraflar..

Sıra bana geldi. Adım okundu. Sahneye çıktım.

Ümit Kocasakal, beni görünce, mikrofonu uzaklaştırdı, sadece benim duyabileceğim bir sesle, bu ne hal, demeye getirdi, “Hani, kravat takmamışsın, daha mesleğin başında!..”

Tarzım değil, dedim.

Şaşırdı, ama pek yapacak bir şeyi yoktu herhalde. Basın ordusu veya değerli bir kalabalık olmadığından olabilir, bana bir ayar çekmeye, nutuk atmaya, yeri gelmişken çağdaşlık dersine girişmedi.

Daha sonra toplu bir fotoğraf çektirmeye sıra geldi. Bütün avutalar sahneye çıktı. Ben de çıktım. Lakin yönetim kurulunda yer alan, bir “aydınlık” teyze, takım elbisem olmamasını yüzüme vurdu. Öyle utandım ki orda, anlatamam(!)

28 Şubat döneminde devlet “büyük”lerinin çokça başvurduğu yönteme benzer şekilde beni de kürsüden indirmeye yeltenir gibi oldu. Ben onun taciz laflarını, amiyane tabirle, sallamadım. Rahatsız oldu.

Kendisini çok çağdaş, pek kıymetli, hayli aydınlık biri hissetmek için başka bir Müslümana sataşmış olabilir, o gün.

Rahatlama ihtiyacı içindeydi zira.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s