‘Askerlik çağındaki her erkek 15 bin TL ediyor’

“Şubat 2013’te vicdani reddini ilan eden Avukat Mehmet Ali Başaran, İslami gerekçelerle zorunlu askerliği reddeden isimlerden. Müslüman vicdani retçi Başaran 7 Eylül’de Savcılık soruşturması sebebiyle ifade verdiğini duyurmuştu. Başaran, arkadaşlarıyla birlikte bedelli askerlik tartışmaları yaşanırken “Askerlikte Adil Çözüm” isimli bir kampanya başlatmış fakat bedelli askerlik kararı ile birlikte kampanya duyurulamamıştı.

Başaran ile vicdani retçilerin talepleri ve hakkında açılan soruşturmayı konuştuk.”

https://www.artigercek.com/haberler/askerlik-cagindaki-her-erkek-15-bin-tl-ediyor

– “Askerlikte Adil Çözüm” başlığıyla bir kampanya çalışması başlatmıştınız ki kısa bir süre sonra bedelli askerlik uygulaması devreye girdi. Sizin hükümete önerileriniz neydi askerlik konusunda?

Biz, altında sekiz arkadaşın imzası bulunan bir çağrı yayınladık. Askerlik meselesinin rant değil hak temelli olarak adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması adına teklifimizi sunduk.

Askerlik, zorunluluk olarak dayatılmasın, dedik. Zorunlu askerliği kaldırmak için erkendir denecekse, bir zorunluluk olmaktan çıkartılana kadar, askerlik yapmak istemeyenlere, askerlik süresini aşmayacak ve cezalandırmaya dönüşmeyecek şekilde alternatif bir kamu hizmetinde bulunma hakkı tanınsın, dedik.

Şayet bu da olmayacaksa, bedelli askerlik uygulaması ile yama yapmaya devam edilecekse, askere gitmek istemeyen vatandaşın ödediği meblağ, askere gitmek zorunda kalan vatandaşa ödensin, dedik.

– Şuanda vicdani retçiler neler yaşıyor? Önceden vicdani retçiler hapse atılıp, işkence görüyordu ve bu sistematik bir şekilde ilerliyordu. Zamanla bu durum değişti ama neye evrildi sence tam olarak?

Devlet vicdani retçilere eskiye nazaran daha nazik davranıyor. Ne var ki bu insanlara hayatı zindan etme refleksi göstermeye devam ediyor. Mesela haksız yere binlerce lira idari para cezası kesiliyor. Çalışma ve seyahat özgürlükleri keyfi olarak kısıtlanıyor. Her an gözaltına alınma veya tutuklanma riskleri de cabası. Son OHAL dönemi mağdurları, KHK ile işten atılanlar vicdani retçilerin yaşadıklarını gayet iyi anlayabilirler.

– Vicdani ret hareketi artık eskisi kadar güçlü değil, yeni vicdani ret ilanları ya da askerlik tartışmaları yapılmıyor. Vicdani retçiler neden bu kadar sessiz?

Sessizler çünkü kendilerini yeteri kadar iyi ifade edemiyorlar. Bazı vicdani retçiler marjinal takılmanın hazzını yaşamayı bir hak mücadelesi vermeye yeğliyor görünüyor. Sessizler çünkü seslerine ses katanlar çok azlar ve zayıf düştüler. Sessizler çünkü bu ülkede farklı seslere, farklı renklere tahammül azaldıkça azaldı. Sessizler çünkü özgür bir ifade ortamı kalmadı gibi. Ciddi bir baskı var ve bu ülkenin aydınları ya dağılıp gittiler ya da yer altına çekildiler. Cezaevi kampüslerinde değilseler, başka nerde olabilirler?

– Geçen günlerde savcılık tarafından ifadeye çağrıldığınızı yazmıştınız. Nasıl bir durumla karşı karşıyasınız?

Hakkımda bir dava açmaya hazırlanıyorlar, askerlik yapmadığım gerekçesiyle. Ben de haklılığımı her ortamda açıklamaya hazırım. Vicdani ret beyanımda özetlemiştim. Kendimizi ve birbirimizi kandırmaya son vermeliyiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı hüküm sürdükçe daha haklı, daha ahlaklı, daha özgür bir toplum inşa edemeyeceğiz.

Şahsen bir suç işlemediğimden adım gibi emin olduğumdan, gerisinin bir önemi yok. Haklı davamızı kazanırsak, bu ülkenin gençleri ve geleceği için kazanılmış bir hak olacak. Buna yürekten inanıyorum. Ucuz, pespaye numaralarla “ihanet” olarak lanse ettikleri bu duruşun yani hakta direnmenin inananlar için ibadet olduğunu hatırlatmak isterim. Ve ibadetler birlikte yani cemaatle gerçekleştirildiklerinde çok daha kıymetlidir!

– Mesleğiniz avukatlık ve hakkınızda başlatılmış bir soruşturma var. Böyle bir dönemde vicdani retçi bir avukat olarak hukukun haklarınızı koruyacağını düşünüyor musunuz?

Düşünmek istiyorum ama düşünemiyorum, aklım fena halde karışık! Türkiye’de hukuka güvenmek için deli olmak gerek. Yargı bu ülkenin en çürük tahtalarından biri ne yazık ki… Alparslan Kuytul’a, Selçuk Kozağaçlı’ya bakın, onlar gibi sayısız insan var, uzun süredir zindanlarda. Böyle bir ülkede hukuktan bahsetmek mümkün mü? Bahsediyoruz ama daha çok farz ediyoruz!

Farz edelim ki yargılanıyoruz ve bir tiyatro salonunda değil mahkeme salonundayız, üstelik karşımızda hâkim var, üstüne üstlük talimata değil yasaya ve vicdanına göre bağımsız karar verebiliyor… İşte o vakit bu haksızlıktan “tahliye” olacağız, dahası zulümden “beraat” edeceğiz!

Düşünüyorum: ne yapabiliriz? Mücadele etmek, hukuku gözetmek ve umut etmekten başka tevekkül edebiliriz. Bu zulümler de, zulmedenler de gelip geçer, geriye şahitlikler ve güzel hikâyeler kalır, öyle inanıyorum.  Sonuçta üç günlük dünya…

– Hükümet hiçbir zaman vicdani reddi gündemine almıyor, üzerinde tartışmıyor. Sizce nasıl bir durum bu görmezden gelmeyi değiştirebilir ya da değişim ihtimali görüyor musunuz?

Ak Parti’nin bunu gündeme alma potansiyeli vardı, buna inanmıştım. Hükümetin, yani bugünlerde AKP ve MHP’nin bunu gündeme alması için bir sebep yok ortada. Zorunlu askerlik zulmü devam ettiği sürece askerlik çağına gelmiş her erkek en az 15.000 TL para ediyor! Devletin haksız yere aldığı bu türedi “vergiyi” ödemek için yarım milyondan fazla insanın kuyruğa girdiği bir zaman ve mekânda saha ve seyirci avantajından bahsedemeyiz herhalde. Değil mi ki hayat bir deplasmandır?

Bazı sorular sorulabilirse, değişim hızlanabilir diye umuyorum. Mesela, zorla güzellik olmaz, malum, peki zorla askerlik olur mu? Zorla şehitlik olur mu? İnsanların inanmadıkları kurumlarda çalışmaya zorlanması doğru mu? Bugün istismar edilen “şehitlik” ile Kur’an’daki “şehitlik” aynı şey mi? “Ordu Peygamber ocağıdır” diye batıl bir inanç var. Sormalı: Kur’an’da 25 peygamberin adı geçiyor, bu adaletsiz düzeni koruyan ordu hangisinin ocağı?

http://www.emekveadalet.org/alinti/askerlik-cagindaki-her-erkek-15-bin-tl-ediyor/

Asker Doğmayanlar

Türkçe’de “Asker Doğmayanlar” adıyla yayınlanmış iki kitap bulunuyor.

Biri, İrlandalı yazar John Boyne’ye ait “Asker Doğmayanlar” adlı roman. Diğeri ise Pınar Öğünç’ün vicdani retçilerle görüşmelerine yer verdiği “Asker Doğmayanlar” adlı anlatı.   

Bu iki kitabın birlikte okunması, savaş ve askerlik meselelerine sağlıklı bakılabilmesi adına önemli bir katkı sunabilir. Kitapları birlikte ele alışımın sebebi isim benzerliği değil, türlerinin başarılı örnekleri olmaları.

Türkiyeli ortalama bir vatandaş için bu kitaplar ezber bozar niteliği haiz, sarsıcı eserlerdir kanımca.

Malum, biz okullarda, camilerde, kışlalarda, ekranlarda, kitaplarda ve dahi hayatın dört bir yanında dürüst millet, adil millet, çalışkan millet, âlim millet olarak filan değil “asker millet” olarak, “gaza getirme usulü” ile eğitimden geçirildik. Her Türk asker doğar, propagandalarıyla, sorgulamaksızın itaat etmeye güdümlü olarak büyütüldük.

Kafalarımız düzene uygun olarak yoğun bir militarizmle şekillendirildi. Düşünme ve muhakeme etme yetilerimize karşı sistematik bir saldırı gerçekleşti. Endişe etmeye gerek var zira saldırı sona ermedi. Yeni imaj ve ambalajlarla abluka devam ediyor. Dolayısıyladır ki askerlik, savaş ve kışla gibi konularda sağlıklı düşünme yeteneğimizi devreye sokmamız ciddi bir çaba ile silkelenmeyi, donanımlı bir arınma ile öze dönmeyi gerektiriyor.

Birbiri ardına okunmasında yarar gördüğüm söz konusu kitaplar işte bu amaca hizmet ediyor. İnsanları farklı açılardan bakmaya teşvik ediyor. Esasen tercih yapmaya değil sadece sorgulamaya davet ediyor. Sokrates’e atfedilen sözle ifade edecek olursak: Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.

“Asker Doğmayanlar” adlı roman, yaşını büyük göstererek 1. Dünya Savaşı’na katılan bir gencin gözünden savaşı, askerliği ve paramparça olmuş hayatları anlatıyor.

Tristan, sorunlu bir kişiliğe sahip. Aynı bölükte, zorla askere alınmış ve fakat savaş karşıtı bir vicdani retçi de yer alıyor. Tristan’ın yakın olduğu tek arkadaşı da daha sonra yaşananlar sonucu savaşmayı reddediyor.

Korkaklığın, hainliğin, cesaretin tartışıldığı, savaşın iliklere kadar yaşandığı, okuru daha ilk sayfadan sarıp sarmalayan bu roman tahmin edilmesi çok güç, son derece çarpıcı bir sonla bitiyor.

Yanlış tercihlerin ne denli feci akıbetlere gebe olabileceği can yakıcı biçimde gözler önüne seriliyor.

“Tristan’ın hikâyesinde geriye vicdanın en cevapsız sorusu kalacak: Savaşan mı yoksa savaşmayı reddeden mi? Kimdir daha cesur olan?”

Romanları 42 dile çevrilmiş, ustalık kıvamında kaleme sahip bir yazarla karşı karşıyayız.

Pınar Öğünç’e ait “Asker Doğmayanlar” kitabında ise farklı nedenlere zorunlu askerliği reddeden 14 vicdani retçi ile yapılan görüşmeler yer alıyor.

Kitaba önsöz ile katkı sağlayan Ayşe Gül Altınay, dikkat çekici bir alıntı yaparak, Tolstoy’un 1905 yılında konuyla ilgili kaleme aldığı satırları aktarıyor:

“Avrupa’daki iktidar odakları zorunlu askerlik hizmetini hiç itirazsız kabul ettiler; oysa ki kölelikti bu, hem de eski dönemlerdeki kölelik koşullarıyla kıyas kabul etmez bir yozlaşma ve irade kaybı söz konusuydu.”

Kitap, kesişen noktaları belirli 14 bambaşka hayat hikâyesi seriyor okurun önüne. Bu isimlerden beni en çok etkileyen, dünya görüşmelerimiz çok farklı olmakla birlikte bende büyük bir saygı uyandıran isim Tayfun Gönül oldu.

Tayfun Gönül 2012 yılında 54 yaşındayken vefat etmiş bir doktor. Kendisi Türkiye’nin ilk vicdani retçisi…

1989 yılında Sokak dergisi vasıtasıyla bir manifesto ile vicdani reddini duyurdu. O tarihte yaptığı çıkış deli cesareti, tam bir çılgınlık! Tespitleri ve duruşu ile sağlam bir irade ortaya koymuş. 1990 yılında aynı dergide yer alan söyleşi kitaba dâhil edilmiş, olduğu gibi.  

Merak edilen sorulara cevap verirken, bir ara arkadaşı aynen şu soruyu soruyor:

“Ne kadar ciddi konuşuyorsun Tayfun, kampanya nedeniyle mi?”

Çok samimi konuştuğunu düşünürken bu kısmı beni güldürdü. Nasıl bir ortamları varsa artık… Konu böylesine ağırken şu muhabbete bak!  

Soruya şöyle yanıt veriyor:

“Biraz öyle… Çünkü sözünü duyurabilmek için biraz molla olup tumturaklı laflar etmen gerekiyor.”

Söyleşinin son sorusuna verdiği yanıtın son kısmı ise her okuduğumda içimi burkar benim.

“Kimlerden destek umuyorsun” sorusuna yanıt verirken; kadın hareketinden, Kürt hareketinden bahsettikten sonra, sosyalistlerin kendisini destekleyebilecek kadar “özgürlükçü” olup olmadıklarını merak ettiğini söylüyor. Nihayet, şöyle bitiriyor:

“Ayrıca, Müslümanların tutumlarını da merak ediyorum. Bana öyle geliyor ki inançlarında samimilerse, bu lâdini devlette askerlik yapmak onlara da ters geliyor olmalı.”

Müslümanların, inançlarında samimi olup olmadıkları sorusuna yanıtı okurlara bırakmak en iyisi…  

Ne var ki şunu belirtmeden edemeyeceğim Gönül; bugün artık pek çok şey Müslümanlara ters gelmiyor.  

“Öze Dönüş” diye diye geldiğimiz noktada bugün artık “tersine” göç alıyoruz!

Bir 27 yıl daha bekleyelim bakalım. Bakalım hangi “ayartma” ile yitip gider bu mahallenin birikimi.

Ya da “imtihan” diyelim ve bu yazıyı da biraz böyle “yuvarlayarak” bitirelim.