Cezaevi Mektupları

Mehmet Ramazan Aydemir ile cezaevinde tanıştım.

O, çok tanıdık bir nedenle zindana düşmüştü, bense cezaevi ziyaretleri gerçekleştiriyordum. Yolumuz, bir F Tipi cezaevinin tarifi mümkün olmayan duygular barındıran küçücük ziyaretçi odasında kesişti.

Mehmet Ramazan Aydemir, 28 Şubat Darbe Dönemi Hukuk Katliamlarında, adı kurbanlar listesine yazılmış binlerce insandan sadece biri.

Şu malum hikâye, tanrılar kurban ister!

Aydemir, İşkenceci polisler ve emir “kulu” silik bir savcının tezgâhından geçtikten sonra, Salih Mirzabeyoğlu, Metin Kaplan, Yakup Köse gibi nice insana zulmetmiş “ünlü” bir ‘devlet hâkimi’ne denk gelmiş.

Müslümanlara karşı olan önyargısı ve garezi ile nam salmış Metin Çetinbaş adlı bu zat, önüne gelen Müslümanlara, hukuk’u ve kanunları hiçe sayarak en ağır cezaları yağdıran eski bir DGM hâkimi.

Bu adamın altına imza attığı zulümleri yazıya sığdırmaya çalışmayacağım. Hülasa edip geçeceğim. Esasen kişiye değil zihniyete işaret edeceğim.

Adil yargılanmadığı 16 yıl sonra ancak ortaya çıktığı için Bolu F Tipi İşkencehanesinden tahliye edilen Salih Mirzabeyoğlu’na idam kararını veren de bu adam, manşetlerin ve darbeci generallerin gazıyla Metin Kaplan’a iki defa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veren de…

Metin Kaplan’ın oğlu Fatih Kaplan’ın aktarımıyla, dönemin “çakma yargılama” sürecinde yaşanan “derin bayağılaşmaya” dair şu habere bakın:

“20’ye yakın kişinin çok ağır işkencelere maruz bırakıldığını söyleyen Fatih Kaplan, “O dönem tutuklanan şahısların hepsi savcılıktaki ifadelerinde, Emniyet’te işkence altında ifade verdiklerini bildirmişlerdir. Ki devletin kendi Adli Tıp Kurumu da bu yönde rapor vermiştir” dedi. Kaplan, babasının yargılanması esnasında avukatların bütün itirazlarına rağmen, işkence gördüğüne dair Adli Tıp raporlarının, mahkeme hâkimi Metin Çetinbaş tarafından değerlendirmeye alınmadığını belirtti.”

Daha sonra ilginç gelişmeler oldu. Yıllar geçti ve misyonunu tamamlayan “DGM hâkimimiz” avukat oldu.

Hukuk tanımayan, Adalet duygusunu çöpe atmış, insanları diri diri zindanlara gömen, işkencecileri korumakla işkenceci “payesi”ni hak etmiş bu adama İstanbul Barosu –Allah’tan korkmadan, kuldan utanmadan- avukatlık ruhsatı vermiş! Bu da yetmezmiş gibi düzenlediği panellere konuşmacı olarak davet etmiş.

Yazıklar olsun! İstanbul Barosu’na yazıklar olsun!

Sonra da, adınız “darbeci baro”ya çıktı denildiğinde, kızıyorlar.

Ne diyelim, herkes kendine yakışanı yapıyor bu dünyada.

Biz, Mehmet Ramazan Aydemir’e dönelim…

O da pek çokları gibi, gerçekte değil sadece Çetinbaş-larda “var” olan örgüt adına faaliyet yapmıştı. Kaldı ki bunu da itiraf ediyordu: “Örgüt adına” camide Kur’an dersi vermek. Yine, “örgüt adına” gençlerle Peygamber Hayatı üzerine sohbet etmek…

Dün Mazlumder Cezaevi Söyleşilerinin 27.’sini gerçekleştirdik. Konuk, 2 ay önce cezaevinden çıkmış Mehmet Ramazan Aydemir’di.

Çok şey anlattı. Yer yer gözleri doldu, konuşmakta zorlandı.

Bir hususun altını çizdi. Altını çizmek istiyorum: Cezaevi Mektupları.

(Üç yıl oluyor, 10’dan fazla cezaevi ziyaretinde bulundum. Yedisinin notlarını aktardım. Bu, konuyla ilgili 17. yazım. Haksız yere, “diri diri betonlara gömülen” mazlumlar adına bu büyük zulmü gündemleştirmeye, hafifletip yok etmeye çağırdım yazarları çizerleri, vicdan sahibi kişileri. Hatırlattılar, hatırlattım. Tekrara düşmemek adına geçiyorum ama yardım çağrısını yineliyorum!)

Yaklaşık 4 yıl cezaevinde kalan Aydemir, Cezaevinde kalanlarla mektuplaşmanın önemini şu cümlelerle anlatıyor:

“İçerdeki insanlar bir selama muhtaç!”

“Bir mektup 50 defa okunur mu? Her bir mektubu, yenisi gelene kadar defalarca kez okuyorsunuz. Dışardan selam, hatırlanma getiren mektupları öpüyorsunuz!”

“Okuduğum kitabın arasına koyuyorum mektubu, ucu görünsün… Aynı mektubu aynı gün içinde açıp açıp okuyorum! Hatırlanmak çok güzel… Bir mektup bir ay moral kaynağı, sevinç oluyor!”

Ben tam olarak anlayamam, cezaevine ancak ziyaretler için gittim, ziyaretçi odalarında toplamda 30 saat bile kalmamışımdır. Bu mektup köprüsünün dışarıdaki ayağındayım. Bolu, Ankara, Kocaeli, Batman, Tekirdağ, Tokat… 3 yıla yakındır 10 kadar tutsakla düzenli olarak mektuplaşan bir kardeşiniz olarak konuşuyorum.

Gelin, bir vefa dalgası başlatalım dışardan içeriye.

Mektuplarımız göçmen kuşlar olsun, bir sürü, uçsunlar, konsunlar cezaevindeki insanların omuzlarına, umutlarına, kaderlerine…

Bir mektup, katar katar dua katar hayata. Umut katar, hayat katar.

Yıllardır arayanı soranı olmayan insanlar var zindanlarda, unutulmuşlar.

Tebessüm sadakadır, selam sadakadır. Hal hatır sormak, yaşamanın zekâtıdır. “Kutsal emanet merhaba’dır!”

En yakınlarımızdan başlayarak sorabilir, bulabiliriz.

Cezaevinde mektuplaşacağı insan tanımayanlar için elimizdeki güncel irtibat bilgilerini paylaşmaya hazırız. Bunun için Mazlumder Cezaevleri Komisyonu Başkanı Av. Kaya Kartal’a yazabilirsiniz. (av.kayakartal@gmail.com)

Mektubun hükmünün kaldığı, bütün canlılığıyla gerçekte yaşadığı tek yere çağırıyoruz.

 

Cunta’nın Kafa Göz Yargısı

28 Şubat post modern darbe döneminde ipini cuntacıların tuttuğu zulme bağımlı yargının verdiği, hukuk adına rezillik sayılacak kararların yeniden ele alınması uzun süredir konuşuluyordu. Ne var ki henüz ucu mağdurlara dokunan somut bir adım atılmadı.

Ak Parti Hükümeti bu konuda hızlı ve kapsamlı bir “temizlik” için gecikmemeli.

Gözden geçirilecek dönem en azından 1990 ila 2000 arasını kapsamalı bana kalırsa.

OHAL dönemi Türkiye’sinde, olağanüstü adaletsiz yargılamaların, yargılamadan infazların gerçekleştiği bir dönemden bahsediyoruz.

Bu dönemin binlerce, yüz binlerce mağdurundan birinden, yazar Ahmet Şat’tan, olan bitene ilişkin çok değerli bir mektup almış, “Dışarıdakiler İçin Gelsin” başlığı ile ilgililerin dikkatine sunmuştum.

Yargı mekanizması diye nasıl pis bir tezgâhın kurulduğunu, Allah’tan korkmaz kuldan utamaz insanların ne tür bir mesai harcadıklarına dair minik bir kesit, belki unutulmaya yüz tutmuş gerçekleri göz önüne getirmeye yeter.

19 yıldır Batman M Tipi Cezaevinde tutuklu yazar Ahmet Şat anlatıyor:

“90’lı yıllardan bahsediyoruz. Faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların ve işkencelerin doğal olduğu yıllardı bunlar. Gözaltından canlı çıkmışsanız, işkence altında hazırlanmış düzmece ifadeler ve belgelerle hazırlanan iddianameler, savcılara teslim edilir, bunları sahiplenen savcılar ve hâkimler içeriğini araştırma ihtiyacı bile hissetmeden istenen cezayı verirlerdi.

Hiç unutmam… Gözaltından çıkıp mahkemeye gittiğimizde bana yapılan işkenceleri hâkime anlattığımda –ki her halimden zaten belli oluyordu. – hâkim yüzüme bakıp “az işkence yapmışlar yoksa her şeyi itiraf ederdin” deme pervasızlığında bulunmuştu. Böyle hâkim ve savcıların olduğu mahkemede yargılanıp müebbet hapse mahkûm olduk. Ve yine 28 Şubat post modern darbesinde, darbecilerden aldıkları brifinglerden sonra topluca onuncu yıl marşını ayakta el çırparak söyleyen yargı mensuplarınca da cezalarımız onandı.”