Cezaevinde Bir Fantastik Yazar

http://www.dunyabizim.com/soylesi/26699/cezaevinde-bir-fantastik-yazar-abdulselam-durmaz

25 yıldır siyasi tutsak olarak cezaevinde bulunuyor. Kendisi henüz çıkmadan kitapları çıkıyor cezaevinden bir bir: ‘Son Nişanlı’, ‘Lanetli Duvar’, ‘Dunah’ın Terazisi’… Dört ciltten oluşacak ‘Evrenin Kitabı & İlma’ eseri ‘Türk Edebiyatının öncü epik fantastik roman dizisi’ olarak tanımlanıyor. Abdülselam Durmaz, cezaevi hayatı ve yazarlığı üzerine Mehmet Ali Başaran’ın sorularını cevapladı.

25 yıldır siyasi tutsak olarak cezaevinde bulunuyor. Kendisi henüz çıkmadan kitapları çıkıyor cezaevinden bir bir. “Son Nişanlı”, “Lanetli Duvar”, “Dunah’ın Terazisi”… Timaş Yayınları, dört ciltten oluşan “Evrenin Kitabı & İlma” eserini “Türk Edebiyatının öncü epik fantastik roman dizisi” olarak tanımlıyor. Dördüncü kitabı 2018’de yayınlanmayı bekliyor.

Sizi Abdülselam Durmaz’la tanıştırmaktan mutluluk duyuyorum. Beton duvarlar arasından “çıkan” fantastik bir yazarla…

Edebiyat ve dahası yazarlık, hayatınızda ne zaman, hangi vesileyle anlam ifade etmeye başladı? Sonrası nasıl gelişti? 

Edebiyatla tanışmam Kur’an’la tanışmamla başladı diyebilirim. Kur’an’ın olağanüstü güzel edebi yönü bu anlamda pek tesirli olmuştur üzerimde. Bu meyanda edebiyatın, hayatımda Kur’an’la anlam bulmaya başladığını da söyleyebilirim. Sonrası da hep bu istikamet üzere yol almıştır genelde. Tabi İlma’nın da bunda payı büyük olmuştur. O da ayrı bir kırılma noktasıdır benim için.

Yazarlığa gelince; yazarlık cezaevine girmemle başlayan ve bu süreçte anlam kazanan bir olgu. Cezaevi gibi zorlu bir yerdeyseniz ve dertliyseniz yazmamak zor olan belki… Bu durumda yazı kendini fena dayatıyor. Yazı sizi yazıyor…

Başlarda günlük tutmakla başlayan bu süreç, ilmi araştırmalar, şiir, anı, kısa öyküler ve bir roman denemesiyle devam ederek İlma’ya kadar geldi.

Yazı çalışmalarınızı hangi imkânlar içinde, ne tür bir program dâhilinde yürütüyorsunuz? Ciltler dolusu eser nasıl bir ortamda yazılıyor, merak ediyorum.

Malum, cezaevi yasak ve imkânsızlıklarla çevrili dar bir alan. Dışarıya göre yazı imkânları çok kısıtlı. Bir kaleminiz, bir defteriniz, bir de kendiniz…

Ben yazılarımı genelde ranzamda veya özel çalışma masam dediğim ufak bir taburede yazıyorum. Tabure dar alanda size hareket kabiliyeti sağlıyor. Neresi uygunsa oraya hemen kurulabiliyorum. Çok pratik ve kullanışlı. Size de tavsiye ederim! 🙂

Her gün bir satır da olsa yazmaya gayret ederim. O gün bir şey yazmadıysam (o günün hakkını vermedim diye) huzursuz olurum. Onun için özel masamla aramı soğutmamaya özen gösteririm.

Şartlar ne kadar zor olursa olsun filizlenmeye dertli bir tohumsanız, betonda bile yeşerirsiniz. Yok, öyle bir derdiniz yoksa en güzel toprak bile size kâr etmez.

Dört ciltten oluşan kitabınız İlma, Türk edebiyatının öncü epik fantastik roman dizisi olarak tanımlanıyor. Böyle bir eserin cezaevinden çıkması, kabul etmek gerekir ki sıra dışı bir olay. Bize, bu devasa romanın macerasını anlatır mısınız kısaca?

İlma’nın ilk tohumu, bir akşam arkadaşlarla izlediğimiz bir haberle atıldı. Haber, fantastik eser ve filmlerle ilgiliydi. Doğal olarak bir anda bizim de sohbet konumuz oldu. Fantastik edebiyata bu kadar elverişli ve bol materyale sahip zengin bir coğrafyada yaşamamıza rağmen neden bu türden yazılmış kayda değer eserimiz yok ile başlayan o sohbet beni sorgulamaya ve bu işe kafa yormaya itti. Kendi değerlerimizden neşet eden fantastik bir eser neden olmasındı? Özellikle de Mevlâ’mızın mesajı anlatma vesilesi kıldığı, Kur’an’ın olağanüstü anlatım ve güzel dili gibi güzel bir örnek de varken… Böylece başladım.

Birçok arkadaşın boş, yararsız bir çalışma görüp soğuk bakmasına rağmen sabır ve azimle devam ettim. Neticede 13 yılda tamamladığım İlma ortaya çıktı. Rabbim hayırlara vesile kılsın inşallah.

Sizin gibi uzun yıllardır cezaevinde bulunan şair Osman Erdemir’e sorduğum soruyu size de sormak istiyorum. Dışarıdaki hayata dair en çok nelerin özlemini duyuyorsunuz?

Dışarı, yabancılaştığımız bir kavram. Ağızda kekremsi bir tat bırakan yabancı bir meyve gibi…

Çeyrek asra yakın bir süre içerdeyseniz, dışarıda kaldığınızdan daha çok içeride kalmışsanız, bir süre sonra dışarıya dair birçok şey flulaşıyor. Ama buna rağmen özgürlük hissi ve özlemi yanıbaşınızda capcanlı duruyor bir şekilde. Dolayısıyla sorunuza, sanırım özgürlüğe dair her şey diye cevap verebilirim.

Mesela etrafımda duvarlar olmadan uzun uzun yürümeyi; çıplak ayakla kırlarda, sahilde dolaşmayı; toprağa uzanıp gökyüzünü uzun uzun seyretmeyi; eski mahallemi, okulumu gezip, eski arkadaşlarımla sohbet etmeyi; hafif yağışlı bir havada araba kullanıp, sevdiğim bir müzik parçasını dinlemeyi; sevdiklerimle birlikte bir sabah kahvaltısında sahanda yumurtaya (sucuklu olsa fena olmaz! 🙂 ) ekmek banmayı; Ramazan gecelerinde arkadaşlarla buluşmayı, futbol oynamayı…

Abdülselam Durmaz, İlma – Son Nişanlı, Timaş Yayınları 

Devletin Köpekleri

“Bir hâkim düşünün ki, karşısında, yapılan işkencelerden ancak polislerin yardımıyla ayakta duran, gözaltına alındığında üstüne tam oturan pantolonu düşmesin diye önden kocaman avuçlayan ve hâlâ üzerlerinde işkencenin izleri bulunan sizlere diyor ki: “Size az (işkence) yapmışlar yoksa bülbül gibi öterdiniz.”

20 yaşında, kendine hâkim denen böyle kepaze bir herifin kararıyla cezaevine girdi.

Cezaevine girmeden önce zalim polislerin işkence tezgâhlarından defalarca geçti.

20 yıldır cezaevinde. Biz susar, bu zulme sessiz kalırsak, 10 yıl daha bu zalim devletin zindanında esir kalacak.

Abdülselam Durmaz’dan bahsediyorum. Ben şahitlik ederim ki kendisi Allah’ın güzel kullarından biri, iyi bir Müslüman’dır.

Bilhassa 90’lı yıllarda insanlığın ve hukukun yüzüne tüküreceği öyle çok hâkim, öyle çok savcı, öyle çok polis görevdeydi ki bu ülkede…

(Tövbe ettiler mi bilmiyorum, yoksa hepsinin cehenneme kadar yolu var! Canları bedenden çıkmamışsa, akıllarını başlarına toplasınlar, ellerine kazmalarını alıp vicdanlarını toprağın metrelerce altından çıkarsın, bol suyla, şöyle iyice bir yıkasınlar.)

Bu zalim Türkiye Cumhuriyeti, o dönemler öyle zalim, öyle zalimdi ki, her kesimden akıl ve vicdan sahibi insanların lanetleri sel olmuş, üzerine yağıyordu. Devlet, kendisine kul ve köle olmuş, adeta köpeklik yapan, havla deyince havlayan, ısır deyince ısıran ne kepaze insanlar besledi, sormayın! Bu işkenceci kepaze herifler dışarıda serbest dolaşırken, insanlar zalim devlet düzenini eleştiren düşüncelerinden dolayı içerideydiler, bazıları halen içerideler.

Abdülselam Durmaz gibi binlerce insanın ahı zindanların duvarlarına çarpa çarpa dışarıya yansımıştır.

(İbretlik bir mektubunu  www.cezaevindennotlar.com sitesinde okuyabilirsiniz. Hangi adalet, ne mülkün, ne temeliymiş, hadi ordan, bu kadar da şerefsizlik olmaz, dersiniz! Evet, doğru yerdesiniz!)

İki yıla yakındır kendisi ile mektuplaşıyorum. Son mektubumda, avukat arkadaşlarla bir sürpriz yapıp Batman’a, cezaevine gelebiliriz, demiştim.

Cevap yazmış.

Benim gibi sizler de üzülerek, utanarak, yazıklanarak, içiniz acıyarak okuyacaksınız.

Buyurun, tortusu vebal olarak kalacak bir mektuptan daha içeriye:

“Buraya gelme ile ilgili bir sürpriz yapabiliriz demişsin. Ne güzel olurdu! Bizim o taraflara gelişimiz daha baya bir sürebilir. Onun için sizin gelmeniz âlâ olur. Malûm, hükümetin içerideki Müslümanlar için bir acelesi yok. 28 Şubatçılar, Ergenekoncular, Balyozcular (yani hükümete karşı olan ne kadar çevre varsa) onların çıkması daha öncelikli. Haksız da olsan, suçlu da olsan önemli değil. Önemli olan sesinin ne kadar yüksek çıktığı… “Adalet sesi yüksek çıkanındır, haklı olanın değil.”, “Adalet, hem suçlu hem güçlü olanındır.” Hem suçsuz hem güçsüz isen, adaletin Allah’a kalmıştır.

Maalesef son yaşanan gelişmeler bize adaletin nasıl çürüdüğünü göstermiş oldu.  (Güçlünün adaleti, haklının değil…) Ama laik-kemalist kesimin de hakkını teslim etmek gerek; insanlarına nasıl sahip çıkılması gerektiğini en iyi şekilde gösterdiler. M. Balbay’ın deyişi ile: “Söke söke insanlarımızı içerden çıkardık” diye. Hakikaten de söke söke çıkardılar. Hem de ağırlaştırılmış hapse mahkum olmuş insanları… Daha ne olsun? Takdir edilmesi gereken bir çaba ve dayanışma. Daha fazlasını yapması gereken biz Müslümanlara örnek olmalı. Örnek gösterilmeli.

Biz mi daha iyi kardeşiz onlar mı? Medyalarından, gazetecilerinden tutun da partilerine, derneklerine ve sıradan vatandaşa kadar herkes durmadan, susmadan, çekinmeden, her yer ve platformda kendi insanlarını, suçlu-suçsuz demeden savundular. Gündemde tuttular. Biz de yakalanacağız, biz de mimleneceğiz diye tereddüt etmediler. Bedel ödemeyi göze aldılar ve başardılar da. O kadar açık suç karinesine rağmen tüm yandaşlarını çıkardılar. Şimdi bakın, içeride kim kaldı? Ben söyleyeyim: bütün Müslümanlar. Yani, sen ben o, hepimiz!…

Lakin “ben”lik, “biz”liğin önüne geçtiği için farkında değiliz yalnızca.

Hani, bir beklenti içinde olduğumuzdan değil bu satırlar. Zira bizim beklentimiz Allah’tan, başka bir yerden değil. Zaten cezamızın çoğunu yattık. 20 sene geride kaldı. Şunun şurasında 10 senecik kaldı. Evvelallah onu da yatarız ama üzüntüm, halimize; Müslümanların haline. Çünkü içeride yatan yalnız biz değiliz; aynı zamanda da sizsiniz.

Hâsılı kelam kardeşim, bu duruma baktığımızda, bizim size gelmemize daha baya bir zaman var görünüyor. Onun için sizi dört gözle bekliyoruz.