Kuşa çevrilen sadece Çalıkuşu mu?

Haber çok eskiymiş meğer. Dün radyodan dinledim.

Türkiye’nin Tek Parti diktatörlüğü döneminde Reşat Nuri Güntekin’in ünlü eseri Çalıkuşu da sansürden nasibini almış!

Kitap üzerinde öyle oynamalar yapmışlar ki “kitaba tecavüz etmişler” deyip geçilecek gibi değil.

Tecavüzcülerden sanata veya edebiyata veya emeğe saygı beklenemez elbette.

Emek bir emanettir, bu yapılan sansür, sansürse emanete hıyanettir.

Kitabı gözün görmesin, anlarım, ama alıp “içine etmek” nasıl bir ahlaktır?

Herkes kendine yakışanı yapar sonuçta.

Neler yapmamışlar ki sansürcüler.

Eserde kritik yerleri kesmişler, kendi ideolojilerine göre imal ettikleri parçaları yapıştırıp, utanmadan, “kitap, bu” diye okurun önüne koymuşlar.

Sansür operasyonunun 1935’te latin harfli baskı ile gerçekleştirildiğini edebiyatçı Ahmet Özalp ortaya çıkarmış.

Kitaptan “Osmanlı’ya, Müslümanlığa, Tesettüre övgü” anlamına gelecek yerler itina ile çıkartılmış.

Alfabe değişikliği ile ne amaçlandığını da doğal olarak ele veriyor sansür.

Başına gelenlerden sonra zavallı kitap 60 sayfa kadar “zayıflamış”.

Birkaç örnek için dünyabizim.com’da Zeynep İlhan’dan okuyalım:

“Matmazel Orani ağır ağır başını salladı: “Çok tuhaf… Bu çarşafta garip hassalar var. Kadını yalnız daha güzel göstermekle kalmıyor… ona dediğiniz gibi mahzun bir ciddiyet veriyor.” sansürden sonra bu olumlu cümleleri hiç okumadık.

Roman kahramanlarından Hacı Kalfa bir bayanın odasına girecekken tesettür hassasiyetince “Başı falan açık diye yanına giremiyorum” der. Sansürden sonra bu ifadenin yerine “ Adımız erkeğe çıkmış diye giremiyorum” cümlesi gelir.

Romanın sansürden önceki bir başka kısmında bir Hıristiyan kız için söylenen “Yahu küçük hanım, şu kızı razı edip Müslüman edelim… Sevaplı iştir…” cümlesi vardır. Bu iyi dileği bugün okuyamıyoruz.

Aynı bölümden çıkartılan bir diğer cümle de “ Allah sana da ona da Hak dininde can vermek nasip etsin” cümlesidir.

“Yaz kızım yaz… Hem dinini seversen, benden de selam yaz” cümlesinin sansürden sonraki hali “Yaz kızım yaz ve beni seversen benden de selam yaz” dır.

Feride’nin Zeyniler Köyü’ne geldiğinde Zeyni Baba türbesiyle ilgili aldığı ilk nasihat “Gelir gelmez dua edersen daha makbule geçer” şeklinde iken müdahale sonrası bu nasihatten “dua” çıkarılmış, “Gelir gelmez Zeyni Baba’yı ziyaret edersen daha makbule geçer” olmuştur.”

Ahmet Özalp, romanın kültürel zemininin değiştirildiğini, böylece seküler bir Feride’nin ortaya çıktığını belirtmiş.

Türkiye’de seküler olmayan, Müslüman ve haliyle tesettürlü olan Feridelerin ancak bu eğitim öğretim yılı başında öğretmenlik yapma hakkı elde edebildiklerini de hatırlatalım.

Yani Sansür 2013’e kadar devam etti, ediyor.

Teşekkürler Mustafa Kemal ve “arkadaşları”, Teşekkürler Cumhuriyet, Teşekkürler CHP, Teşekkürler darbeciler ve darbeciler gibiler!

Ve Teşekkürler “sayın seyirciler!”

Asım öz, Yeni Şafak’ta kaleme aldığı “Sansürlü Muhalif Ses” adlı yazısında sansürlerden, kitaplarını halen sansürlü okuduğumuz yazarlardan birinden, Refik Halit Karay’dan bahseder.

Yazısını bu büyük muhalifin, usta yazarın sözü ile noktalar:

“Edebiyatı öldüren rejim, insanlık için tehlike teşkil eder.”

İslam’a saygı duymadığı ve Müslümanlara yaptığı zulümlerden ötürü özür dileyip zararları tazmin etmediği sürece söz konusu rejimle asla barış görüşmelerine başlanamayacağı kanaatimi aktarmak için yazdım biraz da bu yazıyı.

Barışmak için Ak Parti rejime muhalif olarak 35 yıl daha iktidarda kalabilir, evet, ama yetmez!

Çünkü kuşa çevrilen sadece Çalıkuşu değildi.

Cunta’nın Kafa Göz Yargısı

28 Şubat post modern darbe döneminde ipini cuntacıların tuttuğu zulme bağımlı yargının verdiği, hukuk adına rezillik sayılacak kararların yeniden ele alınması uzun süredir konuşuluyordu. Ne var ki henüz ucu mağdurlara dokunan somut bir adım atılmadı.

Ak Parti Hükümeti bu konuda hızlı ve kapsamlı bir “temizlik” için gecikmemeli.

Gözden geçirilecek dönem en azından 1990 ila 2000 arasını kapsamalı bana kalırsa.

OHAL dönemi Türkiye’sinde, olağanüstü adaletsiz yargılamaların, yargılamadan infazların gerçekleştiği bir dönemden bahsediyoruz.

Bu dönemin binlerce, yüz binlerce mağdurundan birinden, yazar Ahmet Şat’tan, olan bitene ilişkin çok değerli bir mektup almış, “Dışarıdakiler İçin Gelsin” başlığı ile ilgililerin dikkatine sunmuştum.

Yargı mekanizması diye nasıl pis bir tezgâhın kurulduğunu, Allah’tan korkmaz kuldan utamaz insanların ne tür bir mesai harcadıklarına dair minik bir kesit, belki unutulmaya yüz tutmuş gerçekleri göz önüne getirmeye yeter.

19 yıldır Batman M Tipi Cezaevinde tutuklu yazar Ahmet Şat anlatıyor:

“90’lı yıllardan bahsediyoruz. Faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların ve işkencelerin doğal olduğu yıllardı bunlar. Gözaltından canlı çıkmışsanız, işkence altında hazırlanmış düzmece ifadeler ve belgelerle hazırlanan iddianameler, savcılara teslim edilir, bunları sahiplenen savcılar ve hâkimler içeriğini araştırma ihtiyacı bile hissetmeden istenen cezayı verirlerdi.

Hiç unutmam… Gözaltından çıkıp mahkemeye gittiğimizde bana yapılan işkenceleri hâkime anlattığımda –ki her halimden zaten belli oluyordu. – hâkim yüzüme bakıp “az işkence yapmışlar yoksa her şeyi itiraf ederdin” deme pervasızlığında bulunmuştu. Böyle hâkim ve savcıların olduğu mahkemede yargılanıp müebbet hapse mahkûm olduk. Ve yine 28 Şubat post modern darbesinde, darbecilerden aldıkları brifinglerden sonra topluca onuncu yıl marşını ayakta el çırparak söyleyen yargı mensuplarınca da cezalarımız onandı.”