Yavaşla

Kemal Sayar “Yavaşla” adlı kitabında fıtratın çağrısını yineliyor yüksek sesle:

“Yavaşlayın! Bu hayattan sadece bir defa geçeceksiniz.”

Bu kadar hız ve gürültü içinde iç sesimizi duyamıyoruz. Hepimiz bir yerlere yetişme telaşı ile yetişememe hali içinde abur cubur bir hayatı yaşıyoruz.

Yaşamı demlenmiş bir çay gibi olanlara gıpta ediyoruz zira sallama çay gibiyiz. Tadımız ve rengimiz “aslı” değil. Aslı gibiyiz çoğu kere; en fazla andırıyoruz!

“Çok hızlı giderseniz içinizde olup bitenleri özümseyecek ve onu kendi duyarlılığınızın bir parçası kılacak kadar vaktiniz olmaz. Güzellik ancak onu durup temaşa edecek zamanınız varsa size bir şey söyler. Günümüzde görmenin yerini bakmak, hatta bakmanın yerini göz atmak alıyor.”

İnsan, benliği huzur ve sükûnete ayarlı iken ayarlarıyla oynanmış bu modern hayatı yaşamaya mahkûm mu? İnsan fıtratından sürgün mü? Dönüş yolunu mu kaybetti? Pirincin taşını ayıklayabilecek mi? Saat geç mi?

Yavaş Güzeldir, Modern Mutsuzluk, Modern Zamanlarda Aile, Benliğin ve Toplumun Krizi bölümleri altında yazar, modern “çıkmazlardan” çıkış güzergâhlarını belirliyor. Şifre fıtratta ve gizli değil esasında. Yordam içinse kadim olana bakılabilir.

Özellikle şehirlerde her yerde, herkesten duyulan, herkesçe işitilen yüzlerce sızlanma vardır hayatın içinde. Yaralanma mı desek yırtılma mı, patlama mı desek deşilme mi, büzülme mi desek yitirme mi, pörsüme mi desek çöküntü mü? Farklı bireylere farklı veçhelerde böylece farklı yansıyor modernliğin krizi.

Çocukluğu ele alalım. Kim inanırdı insanın anayurdu olan çocukluğun işgal altında olacağına?

“Çocuklarımız çabuk büyümeleri konusunda baskıya maruz kalıyorlar… Başarının yetişkin dünyasındaki ölçütleri çocuklara adeta şırınga ediliyor. Çocuklar hep bir adım daha ileri gitmeleri konusunda zorlanıyor. Sorun şu ki; zihinsel zorlamalara rağmen, çocukların duyguları aynı hızla gelişmiyor.”

Şairin dediği gibi “çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar.”

Çocuk olmak artık bir düştü, şairin mısralarına düştü:

“Bir çocuk olmak nedir, nedir ama çocuk olmak

Uzun atlamada kuş, yüzmede dalga”

Uzun atmamada kuş olunan, yüzmede dalga olunan günlerden kreşlerde kalınan, kurstan kursa koşturulan, yarış atı olunup dershanelerde, testlerde kırbaçlanan günlere geldik.

Kitaptan öğrendiğimize göre 1965 yılından 1990 yılına dek anne babaların çocuklarına ayırdıkları süre neredeyse yarı yarıya azalmış.

Kreşlere baktığınızda anne babası boşanmış, anne babası ayrı çocuklar, “ana” okuluna devam edemeyen garip, yetim çocuklar.

Korkarız ki Ali Bulaç’ın çizdiği o kara günler de kapımızda:

“Arpa ekilen topraktan buğday biçildiği görülmemiştir, ne ekersen onu biçersin. İnsan kişisel hayatının çevriminde yaşlanınca çocuklaşır; bakıma, şefkate ve sıcak aile ortamına muhtaç olur. ‘Çalışma hayatı, daha çok gelir ve kariyer’ diye kreşe verilen çocuklar, büyüyüp de anne ve babalarını huzurevine verdiklerinde onlar da ‘Anne, baba, kusura bakmayın biz de çalışmak veya kariyer yapmak zorundayız, sizinle uğraşamayız’ derler.”

Açık söylemek gerekirse, gittiğimiz yol, yol değil.

Kemal Sayar anlamlı bir yaşam için ön şart olarak yavaşlamayı tavsiye ediyor:

“Sevmek için zaman ayırmak gerekir. Bilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Güzellik ancak zaman ayırarak fark edilir. Zamanla olgunlaşırız. Lütfen yavaş gidiniz.”

Yavaş gitmeyi düstur edinen şairler zehir gibi bu modern hayata pekâlâ panzehir olabilir.

Onlara kulak verelim, yürüyelim veya bisiklete binelim:

“Hızlanan hayat ayrıntıları yok eder, otobanda saatte 180 km ile giderken, çevrede hiçbir şeyi göremezsiniz, ağaçlar ve kuşlar hızla akan görüntünün içinde kaybolur; aynı yolu bisikletle alırsanız, içinize havayı çekerken durup bir böceğin bir ota tırmanışını görebilirsiniz, modernizm otobandaki arabada olmak ise, şiir bisiklete binmektir.”

Sürdürülebilir bir çocukluk ya da yaşamak üzerine düşünelim:

“Yağmurda koşan bir çocuk olsam

Vedalaşır gibi bildikleriyle.

Kendinden mahrum kalır mı insan?

Kalsam.

Duralım burada, güzel esiyor.”

 

*Sırasıyla şairler: Erdem Beyazıt, Ahmet Murat, Furkan Çalışkan ve İbrahim Tenekeci