Atasoy Müftüoğlu İle Röportaj

Genç arkadaşların hazırladığı, Atasoy Müftüoğlu Kitaplığı adlı internet sitesinde gezinirken geçmiş günlere gittim, üniversite yıllarına, Atasoy Müftüoğlu’nun Eskişehir’deki yazıhanesine.

Her defasında bize birer simit ve çay ikram eder, kitapların dünyasından yola çıkarak kıymetli mi kıymetli bir muhabbete yelken açar, sorularımızı, sorunlarımızı dinler, geniş bilgi birikimi ve tecrübesi ışığında yolumuzu aydınlatır, vedalaşmadan önce muhakkak, masanın üzerinde bekleşen “farklı” kitaplardan birer tane hediye ederdi.

Atasoy Müftüoğlu yazıhanesini kapatmışsa da kapısını kapatmış değil. Gençlerle okumalar yapmaya; kitaplarını, yazdıklarını, yaşadıklarını paylaşmaya, gençlerle yoldaşlığa devam ediyor.

O günler aklıma gelince kendisine telefon açtım, hal hatırdan sonra, mektup yoluyla bir röportaj talep ettim. Sağolsun, ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşurken dahi talebimi geri çevirmedi ve ilk fırsatta daktilosunun başına geçti. Kendisine sağlık, sıhhat, afiyet diliyor, teşekkür ediyorum. Röportajın bana ve size ulaşmasında katkısı olan İsmail Kaplan ve Nusret Özendi’ye de teşekkür ederim.

Bu röportajın, Atasoy Müftüoğlu ve burada adını andığı yazar, düşünür ve entelektüellerle tanışacaklara yeni ufuklar açmasını temenni ederim. Bunu, kapanışta adet yerini bulsun diye ilave ediyor değilim. Şahsen şu hayatta “bir işler karıştırıyorsam” bunda tek başına Edward Said’in Entelektüel kitabının payının büyük olduğunu mesela, belirtmek ister, buradan kendisine selam ederim!

“Gerçek Özgürlükler İslami Bilincin Özgürleştirilmesiyle Kazanılır”

1. İnsan yaşadıkça, yaş aldıkça hayallerinin yanında hayal kırıklıkları da biriktiriyor. Siz biriktirmeyi sevmez, biriktirmezsiniz fakat ben merak ediyorum: Başlıca hayaliniz ve hayal kırıklığınız nedir şu dünyada?

Aklı edilgen kılan, düşüncesiz duygusallıkları tayin edici kılan bir geleneğin mensuplarıyız. Bizi çoğaltması, zenginleştirmesi, büyük ufuklara yönlendirmesi gerekirken; bizi kısıtlayan engelleyen baskılayan ve ufkumuzu kapatan bu gelenek, bugün, maalesef, yapısal bir meşruiyete sahiptir. Bu geleneğin içerisinde doğup büyüyen kuşaklar, sözünü ettiğim düşüncesiz duygusallıklar nedeniyle her zaman gerçek dünyadan bağımsız büyük romantizmler içerisinde yaşadılar. Bizim de ilk gençlik yıllarımızda büyük ideallerimiz vardı ancak, büyük fikirlerimiz yoktu.

Bendeniz, 1970 yılında “Büyük doğunun dirilişçi çocuklarıyız” diye bir cümle yazdım. Bu cümle de, ölçüsüz bir romantizmin yansımasıydı. Maruz kaldığımız romantizmler sebebiyle içerisinde yaşadığımız zamanın/tarihin/dünyanın/ hayatın imkanlarını/dinamiklerini bir bütünlük içerisinde doğru göremedik, doğru okuyamadık. Yetersizliklerimiz, ufuksuzluklarımız, benciliklerimiz, kabileciklerimiz yüzünden sahip olduğumuz büyük içtenliklere rağmen, zamana yenik düştük. Düşünmeyen/akletmeyen toplumlar ve kültürler için, hiçbir zaman gelecek olmayacağını hatırlayamadık. Siyasal alanda, kültürel alanda, dini alanda, her alanda, tek adam kültünü yücelten yanlış ve çarpık bir bilinç yüzünden insanlık çapında açık olması gereken ufkumuzu tek adamların yorumlarıyla kapattık. Tek adam kültünün, düşünme yeteneği olmayan toplumlarda belirleyici olduğunu öğrenemedik.

Kamusal müdahalede bulunma birikimi, yeteneği ve cesaretine sahip düşünürlere, evrensel zihinlere sahip olmadığımız için her dönemde büyük savrulmalar ve sürüklenmeler yaşadık. Politik kazançlar ve iktidar tutkuları/çıkarları adına, entelektüel niteliklerin ve bilincin derin kaybı karşısında sessiz kaldık. Eleştirel analizlere/sorgulamalara yabancı bir düşünce ikliminde yaşadığımız için zamanın sorumlu ve eleştirel tanıkları olamadık. Böyle bir iklimde, sağ-muhafazakar popülizm etkili bir politik güç haline geldi. Daha önce İslamcılık İddiasında bulunan kuşaklar/kadrolar, sağ-muhafazakar popülizmi sahiplenerek içselleştirdiler. Özetle varoluşsal/hayati/somut sorunlarla ilgili tepki verme yeteneğimizi kaybettik ve uyumculuğu seçtik.

2. Hayatınızın herhangi bir döneminde kendinizi yalnız bırakılmış hissettiniz mi?

Çeşitli vesilelerle açıkladım, bendeniz bir profesyonel değilim. Namım yürüsün diye yola çıkmadım. Kendi ismimi öne çıkarmak gibi bir kaygım/çabam olmadı. Kendimi aziz İslam ailesinin, bütün renklerinin/unsurlarının sorunları ile ilgili, sorumluluklar üstlenen bir parçası gibi gördüm, görüyorum. Hiç kimseye, hiçbir zaman bana tabi olun, beni takip edin, beni okuyun vb. demedim. Hayatım boyunca genç kuşakları hep uyardım. Tek akla, tek yoruma, tek boyuta, tek ufka asla kapanmayın, bize gelmeyin, kendinize gelin dedim. Ancak, sorunuz vesilesiyle söylemek zorundayım, hayatım boyunca, profesyonellerin dışlayıcı ve kibirli kayıtsızlıklarına maruz kaldım. Ancak, bizim kişisel yalnızlıklarımızı gündeme getirmek yerine, aziz İslam’ın modern zamanlar boyunca karşı karşıya bulunduğu yalnızlığı konuşmamız çok daha anlamlı olacaktır.

İslam ve Müslümanlar yüzyıllardır ideolojik ve ırkçı bir tacizle, sömürgeci bir tacizle karşı karşıya bulundukları halde, bu tacizler karşısında bir kendilik iradesi oluşturamıyor, bu tacizler karşısında alçaltıcı bir teslimiyetçilik sergiliyor. Tahakküm üreten, ideolojik/seküler kültürlerle/saldırılarla hesaplaşamıyoruz. Emperyalist iktidar ve tahakküm sisteminin oluşturduğu sömürgeci hafızayı, kendi hafızamızmış gibi sahipleniyor sömürgeci yalanları, kendi gerçeklerimizmiş gibi içselleştiriyoruz. Emperyalist iktidar ve tahakküm sisteminin, Müslüman toplulukları, İslami gerçekliğin, İslami modelin/düzenin yeniden tarihe dönemeyeceğine, bunun imkansız olduğuna ikna etmiş olmaları, büyük/derin ve sorgulanmamış bir yalnızlığın ifadesidir. Bugünün dünyasında İslam ontolojik ve epistemolojik anlamda özgür değildir, bağımsız değildir, meşruiyet ve otorite sahibi değildir.

Günümüz dünyasında İslam, yalnızca folklorik/kültürel/sembolik özgürlüklere, kısmi/biçimsel özgürlüklere, meşruiyetlere sahiptir. Bundan daha büyük yalnızlık olabilir mi? Toplumlarımızda hamaset dili/söylemi/siyasetinin belirleyici hale gelmiş olması sebebiyle, tarihsel gerçekler hiç konuşulmuyor. Kendi hayatımızın varoluşumuzun, tercihlerimizin bizi ötekileştiren/aşağılayan/yalnızlaştıran irade tarafından tanımlanıyor oluşu, hiç birimizi kapsamlı/yoğun/içtenlikli hesaplaşmalara sevk etmiyor. Aziz İslam’ın tarihin öznesi değil, bir araştırma konusu haline gelmiş olması, İslam’ın kendisi olma, kendisi kalma hakkının tanınmıyor oluşu, yine hiçbir entelektüel hesaplaşma konusu yapılamıyor.

3. Kuşaklar gelip geçerken siz hep genç kalmayı başarıyorsunuz. Gençlere olan inancı her daim muhafaza etmek, diri tutmak genç kalmaktan daha zor olsa gerek. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Bizim kuşaklar yapısal bağımlılıklarla, radikal bağımlılıklarla malûl bulundukları için, hiçbir zaman bağımsız İslami bilincin, bilgi’nin, dünya görüşünün ifadesi olamadılar. Kendi bilincimize sahip olamadığımız için, bugün, kendi yolumuzda yürüyemiyoruz. Nerede duracağımızı, nerede konumlanacağımızı, neyi konuşacağımızı, neyi konuşmayacağımızı, resmi dil/söylem/siyaset, resmi gündem, resmi kutsallar belirliyor. Büyük İslam ailesi küçük/bayağı bencillikler sebebiyle paramparça. Kendi zaman/tarih ufkumuz içerisinde yeni bir bilinci ancak genç kuşaklarla kurabiliriz.

Yerli–milli bir çerçeve içerisine hapsedilen, popülist–politik milliyetçi–sağcı kültür, İslami bütünlüğün içini bütünüyle boşaltmış bulunuyor. Bugün bütün İslami sözcükler/kavramlar, iktidar ihtirasları adına, bayağı propaganda sözcükleri ve kavramları olarak, sorumsuzca istismar ediliyor. Hamaset yoluyla var olmakla, bilinçli olarak var olmak birbirinden çok farklı şeylerdir. Hamaset, içi boşaltılmış varoluşlar üretir. Genç olmak, bilinçli sorumluluklar almak, bilincin sorumluluğunu üstlenmekle başlar. Farkındalık, genç olmakla yakından ilgilidir. Gençliğin, bilincin ve farkındalığın ifadesi olabilmek için her türlü konformizm karşısında hep teyakkuz durumunda olmak zorunludur.

Milliyetçi/mukaddesatçı/gelenekçi/görenekçi/muhafazakar/sağcı konformizme maruz kalan toplumlar/kültürler Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere evrensel bir zihin/düşünür/filozof/bilge yetiştirememişlerdir. Büyük sayılara hitap eden, büyük niteliklerden habersiz, cemaatler/tarikatlar/partiler bunların kurduğu eğitim kurumları, imam hatip okulları, ilahiyat fakülteleri vb., otorite ve meşruiyeti, toplumun bütün kesimleri tarafından kabul edilebilecek tek bir kamusal düşünür yetiştirmeyi başaramamıştır. Genç kalmak için her şeyden önce konformizmle mücadele etmek, her türlü riski göze alarak eleştirel bir duruşu gerçekleştirmek gerekir.

4. Bir okur olarak sizi neler heyecanlandırır?

Müslüman halkların bilincinin, kolonyalistler tarafından sömürgeleştirildiği tarihten bu yana, tarihsel gerçekliğin farkında değiliz. Bilincimiz sömürgeleştirildiği için toplumlarımıza, kapitalist/seküler/liberal gerçeklik dayatıldı. Bugün Müslümanlar olarak kendi gerçekliğimizin nasıl tasarruf ve tahayyül edileceğini, kendi gerçekliğimizi nasıl inşa edebileceğimizi bilmiyoruz.

Ne kadar Müslüman olabileceğimize, İslam’ı hangi alanda, ne zaman ve ne kadar fiilen tecrübe edebileceğimize, hangi bağlamda tecrübe edebileceğimize biz karar vermiyoruz. Böyle bir karar iradesine sahip bulunmuyoruz. İslam toplumları, modern–seküler gerçeklik yoluyla taşralaştırıldığı için, halen modern tarihin hangi projeler doğrultusunda oluşturulduğunu bilmiyor.

Bendenizin çabaları eleştirel düşüncenin sorumluluğunu alarak, sadece bu noktada kalmaksızın, eleştiri ile sınırlı kalmaksızın, alternatif üretebilecek çalışmalar/çözümlemeler yapabilmek için bütünlüklü/kapsamlı/kuşatıcı bir tarih felsefesi perspektifine sahip olma çabalarıdır. Seküler bilginin hepimizi araçsallaştıran iktidarı karşısında, yoğun ve sistematik bir mücadele, entelektüel bir mücadele de kuşkusuz çok heyecan vericidir.

5. Okuma ve yazmayla ilgili ritüelleriniz, olmazsa olmazlarınız var mı?

Hayatım boyunca okuma ve yazma konusunda dilediğim gibi kullanabileceğim vakitlerim olmadı. Çünkü neredeyse bütün gün, daha çok gençlerle sohbetlerle geçti. On yıldan bu yana kendime ait bir odam var. Orada özellikle sabah namazından sonra ve sabah saatlerinde okumaya ve yazmaya çalışıyorum.

Okuma konusunda çok seçici bir dikkate sahip olduğumu söyleyebilirim. Yayın dünyasını çok yakından takip etmeye çalışıyorum. Kitaplar için her türlü fedakarlığa katlanırım. Yeni çıkan bir kitabı herkesten önce okumak için çok çaba harcarım. Şimdi bu konuda kendilerini kıskançlıkla takip ettiğim, benden önce yeni kitapları okuyan genç arkadaşlarım var. Onlardan bu konuda bilgi almak beni çok heyecanlandırır. Okuma ve yazma çabalarımız, kendi çağına nüfuz eden, kendi çağını etkileyen bir bilince sahip olmak için yürütülmelidir diye düşünüyorum.

6. Atasoy Müftüoğlu nasıl romanlar, şiirler okur? Türkiye ve Dünya edebiyatından kimleri beğenir?

Bizler, burada yıllardır sürdürdüğümüz kitap çalışmaları bağlamında, ırkçı/ ideolojik/mezhepçi saplantıları olmayan bütün şairleri/düşünürleri/filozofları/ edebiyatçıları eleştirel bir dikkatle okumaya devam ediyoruz. İçerisinde bulunduğumuz günlerde Pablo Neruda’nın Evrensel Şarkı’sını (Can Yayınları) okuyorum. Çantamda ve masamın üzerinde her zaman Nizar Kabbani’nin, Mahmud Derviş’in bir kitabı bulunur.

Eylül Ekim aylarında okuyacağımız kitaplar arasında, Düşmanlık Politikaları ve Popülizmin Küresel Yükselişi (İletişim Yayınları), Ahlaki Körlük (Ayrıntı Yayınları), Tarih Yazımı (DoğuBatı Yayınları) var.

Bir dönem güney Amerikalı bütün romancıları, Rus klasiklerini okumuştum. Son yıllarda daha çok tarih felsefesi metinleri okumaya çalışıyorum. İçerisinde yaşadığımız zamanın/dünyanın/tarihin/toplumun entelektüel iklimine bağımsız/ özgün İslami katkılarda, eleştirel katkılarda bulunabilecek çapta evrensel düşünürler yetiştiremediğimiz maalesef üzücü bir gerçek. Kendi yerli–milli dünyamız dışında kalan hiçbir kültürü etkileyemeyen bir dil ve içerik kullanıyoruz. Bu tür bir dil ve içerikle tarihin dikkati çekilemez.

7. Size göre bir aydının-entelektüelin kuşanması gerekli en bariz vasıflar nelerdir?

Aydın–entelektüel bütün dünyanın nabzını tutan, tutmaya çalışan bütün ufuklardan bakan, bütün ufukları görmeye çalışan, bütünün/bütünlüğün ifadesi olan, kendisini milliyetçi/mezhepçi sınırlara hapsetmeyen, eleştirel sorgulamalar/ hesaplaşmalar yapabilen, bütün düşünce iklimlerine nüfuz eden, düşüncenin sınırlandırılmasını kabul etmeyen, her şartta gerçeğin, hakikatin ifadesi olan, tarihe sorumlu bir biçimde tanıklık eden, kendisini tek ufka/tek yoruma/tek ülkeye/tek kültüre hapsetmeyen adamdır. Entelektüel konusunda Edward Said’in Entelektüel’ini ve Oryantalizm’ini behemahal okumak gerekir. Modern entelektüel tarihin en önemli olaylarından başlıcası Oryantalizm kitabıdır ve ne yazık ki Oryantalizm’in İslami muadili şuana kadar yazılabilmiş değildir.

8. Dünya çapında aydın-entelektüel kişiliğiyle dikkatinizi çeken, bize, tanış olmamızı tavsiye edeceğiniz isimleri merak ediyorum.

Bendeniz 1980’li yıllarda merhum Kelim Sıddıki merhum Roger Garaudy, merhum İsmail Raci Faruki’yle uluslararası konferanslara katıldım, seyahatler yaptım. Kelim Sıddıki’yle devrimci İslami bir dilin ve bilincin hayata geçirilmesi konusunda uluslararası konferanslar düzenledim. O yıllarda Ziyaüddin Serdar, S. Perviz Manzur, Münevver Ahmet Enis, Seyyid Hüseyin Nasr, Asaf Hüseyin, Hamit Algar, Ekber S. Ahmed, Aliya İzzetbegoviç gibi değerli entelektüellerin, evrensel bilincin inşa’sı konusunda ciddi katkıları olabilecekleri mülahazasıyla okunmaları gerektiğini öğütledik.

Bu isimler arasında Mehmet Akif Ersoy ve Muhammed İkbal, Nakib El Attas ve Malik Bin Nebi de vardı. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının entelektüel haçlı seferleri karşısında bugün büyük bir bozgun yaşadığını, bu bozgun sebebi ile de pek çok entelektüelin modern/seküler/demokratik yorumlara meşruiyet kazandırmaya çalıştırdığını görmek gerekiyor. Günümüzde, halen devam etmekte olan, entelektüel haçlı seferlerinden yara almadan, sağ kurtulan “Salman Sayyid” gibi birkaç istisnai isim var.

9. Gençlere “muhakkak gezin-görün” diyeceğiniz beş ülke, beş şehir hangisi, neresi olur?

İmkanı olanlar önce İspanya’yı ve özelliklede Endülüs Medeniyetinin şehirlerini görmeliler. Mağrip ülkeleri ve şehirleri, Mısır ve Kahire, İran ve Isfahan, Hindistan –Delhi, Saray Bosna, Japonya, İtalya–Sicilya önerilebilir.

Bu söyleşiyi, son günlerde karşılaştığım, entelektüel haçlı seferleri karşısında bozguna uğrayan Müslüman entelektüellerin söylemeye cesaret edemeyecekleri Mikhail Bulgakov ait bir aforizma ile bitirmek istiyorum: “Şeytan, insanlık karşıtı bir modernizm biçiminde, dünyaya yön veriyor.”

Türkiyeli Müslümanların Zaaf ve İmkânları

Üniversitedeyken, arkadaşlarımızla her hafta pazar sabahları bir araya gelir, önemli bulduğumuz belgesel, kitap veya hadiseler üzerine okumalar, tahliller ve istişareler yapardık. Konuklar ağırlar, söyleşiler düzenler, gerektiğinde sokaklara çıkarak eylemler yapardık. Üniversitede okumanın hakkını vermeye çalışır, yapıp ettiklerimizi ‘müşterek amellerin derlemesi’ olarak gördüğümüz yıllıklarda depolar, yayınlardık.

2013 yılında yayınlanmış “Hasat”, o yıllıkların sonuncusu. (Sondan bir önceki yıllığa dair değerlendirme de şurda) Uzun bir aradan sonra, önceki gün Hasat’ı elime aldığımda, 25 ismin katıldığı geniş çaplı soruşturmayı yeniden okudum. Aradan geçen yıllarda, altı çizili satırların demlendiğine, daha bir ‘anlaşılır’ hale geldiğine şahit oldum. İşaretler belirmiş, imalar ifadeye durmuştu.

Buradan minik bir seçkiyi okurların istifadesine sunmak faydalı olur diye düşünüyorum. Bilhassa gençler için…

Soru:Kendi zaman ve tecrübenizi hatırlatarak, o günün ve bugünün Müslüman gençlerini, zaaf ve imkânlarıyla mukayese eder misiniz?

http://www.dunyabizim.com/alinti/27021/turkiyeli-muslumanlarin-zaaf-ve-imknlari

Atasoy Müftüoğlu:

 

Bizim kuşaklar, sizin deyişinizle ‘büyükler’ zihinsel anlamda, ahlaki anlamda radikal bir değişim ve dönüşüm gerçekleştiremediler, gerçekleştiremedik. Zihinsel sömürge durumundan bağımsızlaşmayı başaramadık. Bugün kapitalizme, neoliberalizme, sekülerizme, muhafazakârlığa, gelenekçiliğe entegre olmuş, entegre olmakla kalmamış, bütün bu ideolojileri derece derece içselleştirmiş bir toplumda yaşıyoruz. Böyle bir toplumda yaşıyor olmaktan kaynaklanan herhangi bir rahatsızlığımız yok. Böyle bir rahatsızlık duymadığımız için de düşünsel, kültürel, ahlaki bir direniş mücadelesi vermedik.(…)

Genç kuşaklar, bağımsız bir varoluş için bilinç alanına çıkmalı, düşünceye cesaret etmeli, kendi tercihlerinin öznesi olmalı, bunun için de büyükleri aşmaya cesaret etmelidir. Büyükleri aşmak, büyüklere saygısızlık yapmak anlamı taşımaz. Ufkumuz genişledikçe, ilgi alanlarımız ve sorumluluk alanlarımız da genişleyecektir.

Cahit Koytak:

“Eleştirmek, sorgulamak, muhalefet…” Kendini, bunlarla fazlasıyla yorulmuş, yaşlanmış ve ruhen biraz da yoksullaşmış hisseden biri olarak, sadece Müslüman gençlerden değil, ‘Büyük Aile’nin bütün çocuklarından, bütün gençlerden, genç kardeşlerimden, çocuklarımdan, kısaca ifade etmem gerekirse: kendilerini, dünyayı, var oluşu, bunların Yaratıcı’sını, Yaratıcı’nın işlerini, Yaratıcı’nın yazılı, yazısız kitaplarını, tarihsel, tarih üstü habercilerini, insanı ve onun işlerini v.s. – bütün bunlar hakkında hazır bulduklarını yedeklerine alıp, onları mitolojilerden arındırmaya çalışarak – kendi adlarına ve kendi gözleriyle, kendi yürekleriyle, herkese ve insanca olan her şeye kucağını açık tutan bir sevgiyle, keşfetmeye çalışmalarını isterdim. Başka ne istenebilir ki? Daha iyi bir dünyayı talep etmenin, onu hak etmenin ve kurulmasına omuz vermenin, benim bildiğim başka yolu yok çünkü.

Hüseyin Akın:

 

Seksenli yıllar gençliğinin ilk hareketi sosyokültürel ve ekonomik temelli bir yerini yadırgama hareketidir ki bu hareket aynı zamanda İslami bilinçlenmenin ilk kıvılcımı olmuştur. İçimizdeki isyan ahlâkını aksiyoner bir ruha dönüştüren tercüme eserlerin katkısını da hiçbir zaman küçümsememek lazım. (…)

Özgürlükleri sadece kendisi için istemeyen, tüm dünya Müslümanlarının bağımsız ve özgür yaşaması için kafa yorup sokağa çıkan insanların direniş ve kararlılığı bugün itibariyle gelinen süreçte kırılmıştır. Zira gençlerin büyük bir kısmı istikbâl ve imkân sarmalında dolanıp durmaktadırlar. Ne mücadele edecek alan ne de kavga edecek sebep kalmıştır. Bugünkü Müslümanların ağrıyan ve acıyan yerleri yer değiştirmiştir. Bundan sonraki kavga rant, miras ya da arazi kavgası olacağa benzer.(…)

Uzun lafın kısası, ben “Türkiye’nin gençleri yoktur; çünkü bu ülkede ihtiyar kalmadı” diyen İsmet Özel’e bu konuda daha yakın duruyorum. İçinden çıkıp geldiğimiz inancın ve kültürün yetişkin insanları fikren aramızda yaşamıyorlar artık. Tezleri, iddiaları ve tutuculukları olan yaşlılarımız neredeyse kalmadı gibi. İhtiyarlarımız çağdaşlık, liberalizm ve modernlikte gençleri bile sollamışken, hangi gençlik ve de hangi İslami hareketten bahsedebiliriz?

Ali Ayçil:

Bana kalırsa önemli üç özelliğimiz vardı: Birincisi çok okuyorduk, ikincisi eleştirel bir kafa yapımız vardı, üçüncüsü muazzam bir kardeşlik ortamı oluşturmuştuk. Gençliğinde bunları yapabilen adamlar, sonradan hangi mesleğe girerlerse girsinler ölünceye kadar farklarını korurlar.(…)

Şimdiki genç arkadaşlara tek söyleyebileceğim, kendi zamanlarının zulümlerini iyi ayıklasınlar ve muhalefetlerini öyle kursunlar. Ama bunu yaparken, koşullar değiştiğinde sendelememek için, dinin yalnızca siyasal-coğrafi-tarihsel koşullarla sınırlı olmadığını da akıllarından çıkarmasınlar.

Alev Erkilet:

 

Bizim kuşağı, gençlere iyi örnek olmak konusunda çok başarısız buluyorum. Neden derseniz, öncelikle adaletin yerine iktidar beklentisini koydukları için, ikinci olarak ‘komşusu aç iken tok yatan bizden değildir’ hükmünü unutup burjuva tüketim kalıpları içinde kayboldukları için, üçüncü olarak sadece başkalarının haksızlıklarını eleştirip kendilerine eleştirel gözle bakmaktan ısrarla kaçındıkları için, dördüncü olarak İslam’ın her aşamada tekrar tekrar seçilmek ve sınanmak zorunda olan ilahi bir mesaj olduğunu unutup onu bir ‘atalar dini’ şeklinde düşünmeye başladıkları için, beşinci ve en önemli neden olarak da İslam’ın bireysel arınma ve bireysel ahlâktan başlamak zorunda olan bir ilahi mesaj olduğunu unutup onu kişisel haz ve çıkarlarını tatmin aracı haline getirdikleri için. Sözün değerini ayaklar altına aldıkları için. Kadınlarının onurları -ister başörtüsü yasakları nedeniyle, ister çok eşlilik konusundaki inanılmaz iştahları nedeniyle, isterse gösteriş tüketiminin araçları haline getirilmeleri nedeniyle olsun- ayaklar altına alınırken, sessiz ve kayıtsız izleyiciler olmaktan öte en ufak bir çaba sarf etmedikleri için. Müslüman kadını aktif bir siyasi ve sosyal özne olmaktan çıkarıp benim ‘büyük kapanma’ dediğim kısır bir döngü içine soktukları için. Altlarında çalışan ve kendilerini örnek alan genç insanlara adalet ve doğruluk aşılamak ve çıkarlarından büyük davalar adına vazgeçmeyi öğretmek yerine, onlara korku salarak, en basit çıkarları için önlerine gelen herkesi harcamayı bir marifet ve faziletmiş gibi göstermeleri nedeniyle bağışlanacak tarafı yoktur pek çok yaştaşımın, meslektaşımın, yoldaşımın. Üstelik bütün bunları ‘İslam adına’, ‘İslami siyaset’ adına, hatta bizzat ‘Müslümanların hayrı’ adına yaptıklarından, İslami tebliği de imkânsızlaştırmakta ve Müslümanları kapalı devre, kendi içinde ayrı bir topluluk haline getirmektedirler.

Ama bütün bunlar bizim ne yapmamız, hangi yolu tutmamız gerektiği konusunda bir örnek ya da gösterge olamaz; bizim için mazeret de teşkil etmez. Çünkü Allah’ın mesajı açıktır ve ortadadır. Bugün olup biten şeyleri kendisine vurarak değerlendirebileceğimiz ilkeler dizgesi ortadadır. Ve karartılmamış vicdanlar, körleşmemiş gözler, içten içe bize doğruları ihtar eden sağduyumuz yerinde ve ayaktadır.

Asım Gültekin:

Allah yolunda ve O’nun rızası gözetilerek yapılmış işlerin, gösterilen çabaların meyvelerini ne zaman vereceği belli olmaz! Etkisi bitmiştir sandığımız bir güzel çabayı on yıllar sonra kendisine rehber edinen yeniler gelebilir, gelmektedir, gelecektir. Bir yandan da büyük masraflarla, reklamlarla ortaya çıkmış niceleri yok olup gitmiştir, gidecektir. Yeni neslin olumsuzluklarını görmeye düşkün oluşu biraz muhafazakâr bir tepki biçimi olarak algılıyorum ben. Gençlere ne verdik ki onlardan bir şey bekliyoruz? Sağcılık verildi gençliğe, belediyecilik verildi. Liberallik verildi, muhafazakârlık verildi. En verilmeyen şey yine İslamcılık oldu. İzzetli bir Müslümanca ortam oldu en veremediğimiz şey!(…)

Bundan önceki Müslümanlarımız kültürde, sanatta pek üretici olmadılar. Özellikle gençlerin üretimini cesaretlendirmede, desteklemede aşırı cimri davrandık. Hele kültür ticareti denilen şeyi dinle alâkalı ürünlerde çok sığca sundular insanımıza. Bundan sonrasında gençlerin üretmesini teşvik etmemiz gerekmektedir. Sadece Türkiye’de değil, dünyada kültürel iktidar olabilmek hedefimizde olmalı. Bunun şu an çok uzağındayız.

Metin Önal Mengüşoğlu:

 

Direniş dilini anlarım ama muhalefet dilini ben anlamıyorum. Çünkü ben hem kendimin hem de siz gençlerin muhalif değil birer muvafık olduğunuzu düşünüyorum. Muhalif olan İblis ve onun elemanlarıdır. Bizler meşiyyete, fıtrata, tabiata muvafakatla düşünen ve yaşayan Müslümanlarız. Hiçbir vakit olmadığı kadar ümitvarım. Müslüman dünya son elli yılda ürettiği tefekkür malzemesiyle, son bin yılda üretilen birikimi çoktan aşmıştır. Siz, iktidara yürüyüp de dünya nimetleri ortasında kendini kaybedenlere ne bakıyorsunuz?

Burhan Kavuncu:

Bizim ‘zamanımız’ İslami hareketin de gençlik dönemiydi. Türkiye Müslümanlarının çok sağlıklı bir gençlik yaşadığı söylenemez. Daha çok tanımak ve tanımlamak çabaları içinde, heves ve heyecanlı eylemlilikler söz konusuydu. İslam’ı, Dünya’yı, kendimizi yeniden keşfetme çabalarıydı bunlar ağırlıklı olarak. Muhafazakâr bir dindarlık geçmişinden asli unsurlara (Kur’an ve sünnete) dönüş; sağcı, uzlaşmacı, sığınmacı siyasetlerden kökten değişimi hedefleyen devrimci yönelimler vardı. Ama bütün bunlar sistematik bir dünya görüşünün sonunda ortaya çıkan tavırlardan ziyade, el yordamıyla bulunmuş, çoğu keresinde hayattan kopuk, kendi içinde tutarlılığı olmayan çabalardı.(…)

Müslümanlar iki önemli gelişme karşısında ciddi bir bocalama geçirdiler. 28 Şubat 1997’de başlayan baskı ve saldırılar ile RP/ AK Parti çizgisinde iktidar nimetleriyle tanışma, Türkiyeli Müslümanların ilk imtihanları oldu. Bu sınavların başarıyla atlatıldığını söyleyemiyoruz. (…)

Bugünün Müslüman gençliği arasında madenlerde ölen işçilere, tersanelerde, traktörlerde, iş güvenliği olmaksızın çalıştırılan, açlığın yanısıra ölüme terk edilen işçilere, işsizliğe veya asgari ücrete mahkum edilen mustazaflara sahip çıkan bir damar var. İş, aş derken, makam, mevki, zenginlik peşinde koşan AK Parti dönemi gençliğinden farklı olarak Kur’an kavramlarına önem veren, İslam’ı yaşamaya gayret eden bu gençlerin ne kadarlık bir kitleyi temsil ettiğini bilemem. Ancak eskiden olmadığı kadar sağlıklı ve net olan bu duruş bana heyecan veriyor.

Cihan Aktaş:

Günümüzde iki türlü gençlik algısı çatışıyor gibi geliyor bana: Bir tarafta bir türlü tamamlanmayan bir gençlik çağına özgü mitlerin, ikonların, rüyaların peşinde, kendini gerçekleştirme arayışını sürdüren bir gençlik var. Hep alacaklı olduğunu düşünen bir gençlik bu. Diğer tarafta ise eksikliğini borçlu olmasında arayan bir gençlik var ki, Asr-ı Saadet sahnelerini andıran özverili faaliyetlerle, kanayan bir yara gördüğünde “adam aldırma da geç git” demeye izin vermeyen duyarlıklarıyla seçiliyorlar.

İlhami Güler:

Politik bir direniş dili oluşturabilmek için, derin ve entelektüel anlamda sağlam ve çetin bir Dünya Görüşü’nün yanında kuvvetli bir İman veya Metafizik dilinin oluşturulması gerekiyor. Ali Şeriati, Muhammed İkbal, Fazlurrahman, Taha Abdurrahman, Nakip El Attas, İsmail R. Faruki, Roger Garaudy vb. bunu yapmaya çalışan bazı isimlerdir. Alternatif bir İman/dünya görüşü/metafizik oluşturmadan, bunun evrensel metanette dilini kurmadan bir şey yapılamaz. Gençlere tavsiyem, eğer İslam’ı dava ve dert ediniyorlarsa, Batılıların son dört yüz yılda ortaya koydukları çaba gibi ağır bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzu unutmasınlar ve kendilerine düşeni kendileri yapmaya çalışsınlar. Abilerinden öğrenecekleri herhangi bir şey yok. Çünkü hepsi çok meşgul ve hepsinin çok “işi” var.

Sabiha Ünlü:

Galiba çoğu kez haksızlık ediyor, kendi zamanımızı görmek istiyoruz gençlerde. Her şey kötüye gitmiyor aslında. Öyle gençler görüyorum ki, onlardaki araştırma-öğrenme gayreti, ufkunun genişliği, özgün-önyargısız düşünebilme yeteneği karşısında heyecanlanmamak ve hayranlık duymamak elde değil. Zamanının sorumluluğunu üslenerek yol alan bilinçli bir Müslüman gençlik var. Geleceği hayırlar üzerine inşa edeceklerini ümit ettiğim, bunun için dua ettiğim güzel gençleri gıptayla izliyorum.

Sibel Eraslan:

Günümüzdeki gençleri apolitik buluyorum ki bu cümle bile benim orta yaşlı bir yazar olduğumu hemen ortaya koyar. Ama bu garip bir apolitizm öte yandan. Yani gençlerin sosyal medyadaki etkinliği sözgelimi, politik kaygının bir başka şekilde yürüdüğünü de gösteriyor. Sanata merak konusu da öyle mesela, bu ilk bakışta iyi lakin estetisyen saplantı benim politik görüşlerime uymuyor. Gençlerde yoğun olarak takip ettiğim tüketim çılgınlığı ve moda merakı da benim kuşağım için üzüntü ve tenkid mevzuudur.

Yıldız Ramazanoğlu:

 

1990’dan bu yana gençlere naçizane sayısız konuşma yaptım, topluma sahip çıkmada yüreklendirmek için. Hayallerim vardı, geniş yürekli, hakka teslim olmayı da haksızlığın önünde set olmayı da bilecek, dünyadaki hiçbir insanı dışarıda bırakmayı içine sindirmeyecek gençlerin geleceğine dair. Böyle bir genç insan birikimi az ve öz de olsa oluştu diye düşünüyorum. Garaudy imanlı olmayla umutlu olmayı özdeşleştirir, önümüz açık bu manada, bundan kuşkum yok. İslam’ın vaat ettiklerini ortaya koymak müminlerin emeğine, fedakârlığına, nefsin tezkiyesine bağlı. Dünyadaki önceliklerimizi iyi sıralayabilirsek mesafe katetmemek için sebep yok. Bu da azim gerektiren bir iştir ama hüsrandan uzaklaşmanın başka yolu yok.