Utan Baro

İstanbul Barosu yeni adli yılın açılışı vesilesi ile içeriği “zengin” bir kutlama mesajı yayınlamış.

“Diren Türkiye Avukatın Seninle” başlığı ile Gezi Eylemleri’ne göz kırpmayı da ihmal etmemiş. (Kişi sevdiği ile beraberdir.)

Bilindiği üzere Gezi Eylemleri iyi niyetli bir küçük bağımsız insan grubunun – çapulcu değil doğa aktivistinin- Gezi Parkı içinde sivil, şiddetsiz, demokratik eylemine fazlasıyla hatalı zabıta ve/ya polis müdahalesi ile patlak vermişti.

İlk iki gün bu hatalı ve aşırı şiddet içeren müdahale ile Taksim karışmıştı.

Takip eden günlerde, Park içinde direnenlere Park dışından pek çok saf insanla birlikte sivil değil bindirilmiş, şiddetsiz değil şiddetsevici, demokratik değil faşist ve militarist yasal veya yasadışı grup, örgüt, çete vb kitleler dâhil olmuştu.

Artık maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti ve pek çok yere yayılan olaylarda ortalığı Mustafa Kemal’in –çakma- askerleri,  ulusalcılar, her şeye muhalifler, ‘istemezuk’ cemaati, çeşitli tonda Ergenekonik zihne sahip yığınlar, liglerin bitmesi ile haftalık deşarj kotalarını dolduramayan patlamaya hazır taraftar ve holigan grupları sardı.

İşte İstanbul Barosu’nun tümüyle sahiplenip göz kırptığı Gezi Direnişi tablosu.

Sapla saman birbirine karışmış, ama dert değil. Çünkü Baro’nun söylem ve eylemleri de aynen böyle.

Bir yandan Hukuk derken bir yandan Hukuksuzluğu savunuyor. Bir yandan bağımsızlık derken bir yanı ile zulüm doğuran çağ dışı daracık bir zihniyet ile kendini bağlıyor.

Ben işte bu çağ dışı daracık zihniyeti ile Hukuk’u –doğal olarak- içine sindirememiş, çifte standartlı ve Genç Siviller’in “Anlarsın Ya Baro” diyerek nitelediği İstanbul Barosu’ndan, üyesi bir avukat olarak utandığımı beyan etmek istiyorum.

Yanlış olmasın, ben sizden uzağım!

Başörtülü avukatlar 90 yıldır hukuk mekanizmasının dışında hukuka aykırı olarak tutulur, yasal ve meşru alandan kovulur ve müthiş bir haksızlığa maruz kalırken “diren” demeyen, diyemeyen bir Baro, bugün kendi ideolojisine malzeme devşireceği olaylar ve gruplar için DİREN diyor.

Diren Türkiye değil, Diren ey bizim gibi düşünenler, azınlıklar, endişeliler, diyor esasında.

İstanbul Barosu, başörtülü avukatların hakları nihayet iade edildiğinde, çok ama çok geç gelen bu adalet  karşısında da yönetimine yakışır bir tavır ortaya koymakta gecikmedi.

Direniyorlardı. Hukuksuzluğa değil bizzat Hukuk’un kendisine direniyorlardı.

Hukuksuz ve köhne müesses nizamı devam ettirmek için direniyorlardı.

“Artık başörtülü avukatlar da bu ülkede eşit vatandaş muamelesi görmeli” diyen bir Mahkeme Kararı karşısında hukuk adına utanılacak bir suretle zulümden yana, yasaktan yana bildiriler yayınlıyor, feveran ediyorlardı.

Çok değil, bundan 9 ay kadar önce Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği ile (eski’lerden kim kaldı!?) çağ dışı, gerçek dışı, akıl ve hukuk dışı korkular salıyorlardı etrafa, kendilerince.

O garabet haller, hukuk guguk gel-gitleri üzerine kaleme aldığım bir bildiri yayınlamıştık Özgür Açılım Platformu olarak.

Okuduktan sonra veya okumadan önce haklı olarak diyeceksiniz: “Utan Baro!”

“İstanbul Barosu, Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği’ne Birkaç Soru

Danıştay 8. Dairesi’nin Türkiye Barolar Birliği’nin başörtülü avukatlara yönelik yasakçı tutumunu hukuka aykırı bularak reddetmesi uzun yıllar devam etmiş bir zulmün, derin bir hukuksuzluğun bir alanda daha son bulması anlamına geliyor. Umarız tamamıyla hukuka aykırı olan başörtüsü yasakları her alanda en kısa sürede son bulur.

Adalet algısı gelişmemiş, Hukuk bilinci bulanık, Din ve Vicdan Hürriyeti nedir bilmeyen yasakçı zihniyetlerin hayattan çekilmesi yeryüzünün çok daha yaşanılır hale gelmesine ciddi katkıda bulunacaktır.

Danıştay 8. Dairesi’nin söz konusu kararı ile geç gelen bir parça adalete dahi tahammül edemeyen İstanbul ve Ankara Baroları “Kaygılı” olduklarını açıklamışlardır.

Yasakçı zihniyeti temsil etmekte İstanbul Barosu ile yoldaş Ankara Barosu “geç gelen adalet” karşısında şu “kaygılı”  açıklamayı yapmıştır:

“Şekil sorunu olarak değil rejim sorunu olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümüz Danıştay’ın kararı ile ilgili Baromuz Başkanlığınca yapılan ilk tespitler aşağıdaki gibidir:

1- Avukatların dini sembollerle duruşmalara girip yargısal faaliyetlere katılmaları yargının diğer kurucu unsuru olan hâkim ve savcıların dini semboller kullanarak yargılama yapmalarının önünün açılması anlamına gelir.

2- Bu, şekil sorunu değil apaçık rejim sorunudur.

3- Dini sembollerle yargılama yapan hâkimlerin kürsülere yerleştiği bir devlette tek hukukluluktan söz edilemez, tarikat hukukları egemen olur.

4- Şekil gibi görünen bir yoldan esasa ve özünde rejime yönelik bir değişiklik söz konusudur.

5- Ankara Barosu, Danıştay’ın bu kararı ile ilgili süreci yakından takip edecektir. Kararın kısa zaman içerisinde düzeltileceğine inanıyoruz. “

Öte yandan Türkiye Barolar Birliği de aynı minvalde bir açıklama ile yasaktan yana taraf olduğunu bir kez daha ilan etmiştir:

“Söz konusu kararla ilgili hukuki süreç Birliğimiz tarafından yakından takip edilmekte olup, yapacağımız itiraz üzerine pozitif hukuk kurallarına aykırı olduğuna inandığımız bu kararın, yargılamanın ilerleyen aşamalarında kaldırılacağına yönelik inancımız tamdır.” 

Özgürlük ve Adaletten yana bu ve benzeri her gelişmede kaygılanan İstanbul Barosu, Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği Yöneticilerine bu vesile ile birkaç sorumuz olacaktır:

1)    Siz bu milleti aklı basmaz, saf, salak veya avanak mı sanıyorsunuz?

2)    “Herkes için adalet” diyecek samimiyetiniz ve yüreğiniz var mı?

3)    İnsan’ın haklarına rağmen devletin köhne ve çürük yasalarını mı savunuyorsunuz?

4)    Gelinen noktada içselleştirilmiş bir Hukuk bilgisine sahip olduğunuzu düşünüyor musunuz?

5)    Tarih karşısındaki konumunuzu hiç düşündünüz mü?

 

Özgür Açılım Platformu

Özgürlük için Adalet!

25.01.2013 – Türkiye”

Ramazan Günlüğü 04

Mazlumder’in organize ettiği iftardaydık.

Geniş katılımlı bir piknikte buluşulmuş oldu, güzel oldu.

Çıkışta Gökhan, Semih, Buhari ve Beheşti ile ferah bir çay bahçesinde muhabbete devam ettik.

Son günlerin ortak gündemi, Mazlumder’in hedef tahtasına oturtulması üzerine konuşurken, konu gelip yine Türkiye Siyasi Hengamesine dayanıyor, kaçarı yok.

Gezi olayları sonucu iyice belirginleşen kamplaşma-taraftarlaşma-holiganlaşma ortamında duygular fokur fokur fokurduyor, bünyeleri sarıp sarmalıyor ve akıl mantık, hakkaniyet, sağduyu hatırı sayılır derecede silikleşiyorken, ortada duranın canı çıkıyor!

Böylesi ateşli kutuplaşma dönemlerinde “bizden” değilsen “onlardan”sın, dolayısıyla, tövbe etmediğin sürece sen de marjinalleştirilip ve ötekileştirilerek ‘sivil ölüm’e mahkum edilmelisin!

Tut, buruştur, itibarsızlaştırıp kenara at.

Artık gına geldi şu Türkiye parodisinden!

Dün olduğu gibi bugün de ilkeli, adil bir duruş sergilemeye, Müslüman olarak eksikleri yanlışları söylemeye çalışıyorsun, olmuyor.

Dün oluyordu çünkü dün bu söylemin sonucu işine geliyordu, bugün gelmiyor.

Dolayısıyla git ekmek ve yağa sarıl!

Bu ucuzluğu ve kolaycılığı göndere çek.

Çığırtkanlık yap, düğmelere bas, hücreleri harekete geçir, haykır da haykır:

–      Mazlumder nokta noktanın ekmeğine yağ sürüyor!

Bu cümledeki nokta noktanın yerine yeri gelir İran geçer, yeri gelir PKK, yeri gelir CHP, yeri gelir Ergenekon..

Ne iki noktaymış be mübarek!

Bugün gelinen süreçte Müslümanların, sivilliği bir kenara bırakmış toplum kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının arasına giren ne?

Soruyu şöyle de sorabiliriz:

Hükümet Dışı Organizasyon özelliğini hükümetle kurluğu ilişkiler dolayısıyla yitirmiş organizasyonlar ile her şeye rağmen hükümet dışı kalmaya kararlı organizasyonlar arasındaki gerilimin sebebi nedir?

Bir Hükümet politikası olmasın!

İktidarın itme çekme kuvveti olmasın!

Keşke Müslümanlar derneklerini, vakıflarını, gazetelerini, televizyonlarını.. bu kadar kolay araçsallaştırmasa, bu denli kolay harcamasa.

Fırtınada gemiyi limana getirmek, evet, usta kaptanların işi.

Milyonlarca insanın emeği ve yılların birikimi ile ayakları üstünde duran müesseseleri yönetenler her daim “putları reddet, idealleri koru” ilkesi gereği bâsiret ve ferâset ile hareket etmeli, edebilmeli.

Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılmak ve birbirimizi koruyup kollamak görevimiz değil mi?

Allah bize bu görevi yerine getirebilmemiz için gerekli asgari ilmi, imanı ve yürek genişliğini nasip etsin.

Nisa Suresi 135. Ayet:

Ey müminler, kendinizin, ana-babanızın ve akrabalarınızın aleyhinde bile olsa, adalete sıkı sıkıya bağlı kalınız ve Allah için şahitlik ediniz. Haklarında şahitlik ettiğiniz kimseler ister zengin, ister fakir olsunlar, Allah kendilerine herkesten daha yakındır. O halde nefsinizin arzusuna uyarak doğruluktan sapmayınız. Eğer kaypaklık eder, ya da şahitlik yapmaktan kaçınırsanız, kuşku yok ki, Allah yaptıklarınızdan haberdardır.