Kölelere Özgürlük Talebi

https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/12/23/kolelere-ozgurluk-talebi/

2013 yılında vicdani retçi olduğumu kamuoyuna duyurdum.(1) 2013 yılının 28 Şubat’ı. O günün sembolik anlamı vardı benim için.

30 yaşındaydım. “Başıma bir iş gelmeyecekse” ben askere gitmiyorum, diyecek kadar saf değildim lakin Türkiye’nin 28 Şubat döneminden çok daha karanlık bir tünele gireceğini aklımın ucundan geçirmezdim. Dahası, Müslümanların zulüm üreten bu sisteme çok kısa bir süre içinde böylesine “aşkla” bağlanabileceklerine hayatta inanmazdım.

İnsan umutla bakıyor geleceğe. Toplum ve ülke olarak ahlaken ve hukuken yükselişe geçeceğimize inanıyor, inanmak istiyordum. Yine de umutla bakıyorum geleceğe elbette fakat o geleceğin yakın zamanda geleceğine inancım kalmadı. Görmeye ömrüm vefa eder mi? İnşallah diyelim.

Geride bıraktığım yedi yılda tarih içinde zerre kadar değeri olmamakla birlikte şahsi tarihimde dört önemli gelişme yaşandı.

Halkı Askerlikten Soğutmak suçundan yargılandım 2015’te ve beraat ettim.(2) (Böyle bir suç olabilir mi diye mantıklı bir soru soran varsa, evet, olabiliyor, halen. Halkı bilimden, sanattan, hukuktan soğutmak suç değil ama… Öte yandan, halkı siyasetten iğrendirmek ise sevaptır bu ülkede!)

Milli Savunma Bakanlığı, çalıştığım işyerine bir yazı göndererek işverenime “yanında çalıştırdığın asker kaçağını ya askere gönder ya da işten çıkar” talimatı verdi.(3) OHAL dönemindeydik ve talimat, uymayan işverenlere dava açılacağı tehdidi içeriyordu.

Türkiye yıllar içinde, hak ve özgürlüklerin daraldığı, ifade özgürlüğünün can çekiştiği, içine çöken, kendine yazık eden bir ülke haline gelince, nihayet bir hafta içinde iki gelişme daha oldu.

İlk olarak iş hayatım için zaruri olarak kullandığım banka hesabıma bloke konuldu. Gerekçe, bilmem hangi GBT yoklaması sonucu imzalamak veya imzadan imtina etmek zorunda kaldığım bir evrak dolayısıyla, askerlikle ilgili bir para cezasıydı.

Nihayet geçen gün Akçaabat 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen dava neticesi Askeri Ceza Kanunu’na muhalefet ettiğim gerekçesiyle beş ay hapis cezasına çarptırıldım. Neyse ki daha önce herhangi bir yasayı ihlal etmişliğim yoktu, kötü bir adama da benzemediğim için hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile ödüllendirildim!

Hayırlı olsun!

Şahsi bir meseleden dolayı değil, bu ülkedeki milyonlarca insanı, evlatlarımızı doğrudan ilgilendiren bir davadan dolayı ceza aldım. Bir hakkı ihlal ettiğim için değil talep ettiğim için ceza aldım. Hukuku çiğnemedim, bilakis hukukun uygulanmasını teklif ettim.

Askerlik, en yumuşak tabirle, bir dayatma bu ülkede. İnsanların zorla asker yapılması, inançlarına, değerlerine, siyasi görüşlerine bakılmaksızın militarizm fabrikasında işleme sokulması olacak iş değil. Pespaye bir kölelik kalıntısı. Nerede insan hakları, hani insan onuru?

Yeri gelmişken hatırlatalım: Vicdani retçi asker kaçağı değildir. Vicdani ret bir haktır. Türkiye Cumhuriyeti, anayasal güvence altında sahiplerine teslim etmekle yükümlü olduğu bu hakkı tanımamak için diretiyor, mızmız bir çocuk gibi.

İşin, Müslümanlar açısından en vahim yanı da şudur ki; laikliği şiar edindiğini beyan eden devlet, İslam dinini bu işe alet etmekten bir türlü vazgeçmiyor. Ne dinmiş arkadaş, “harca harca” bitmiyor!

Ordu peygamber ocağı imiş. Hangi peygamber bu, belli değil. Kur’an’da adı geçmeyen, özellikleri ortaya konulmamış bir peygamber. Şehitlik hakeza. Başka tür bir şehitlik. Kur’an’ın tanımladığı şehitlikten (şahitlikten) başka bir şehitlikle karşı karşıyayız. Demokrasi şehidi gibi türedi bir “şey” ama tam nedir, tanımını bilen beri gelsin.

“Gelin şu askerlik meselesini konuşalım” diyoruz, “şu işe adil bir çözüm bulalım.”

Askerliği putlaştıranlar değil ama insanın haklarını merkeze alanlarla oturup konuşabilir, pekâlâ bir orta yol bulabiliriz. Tamam, Orta Doğu çok da arkamızda değil lakin Batı da uzakta sayılmaz.

Bahsini ettiğim dört hamleden sonra biz de bir karşı hamlede bulunalım, diyoruz avukatımla.

Anayasa Mahkemesi’ne müracaat edeceğiz ve hak ihlallerini tespit edip hakkı teslim etmesini bekleyeceğiz. (Çok beklersin, diyenleri duyar gibiyim.) Anayasa Mahkemesi bu ülkenin en üst, en iyi mahkemesi mi olacak yoksa sadece bir takoz olarak mı kalacak, buna kendileri karar verecekler. (Yoksa çoktan karar verdiler mi! Evet, KHK’lıların durumu ortada.)

Yanlış hesap Bağdat’tan (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden) döner.

Dönecek dönmesine de, dönmese de dert değil. Allah var.

Onlar (sivil) ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Bense ölümü hatırlatıyorum. Şu üç günlük dünyada insanları münafıklığa zorlamayın. Zorla güzellik olmadığı gibi askerlik de olmaz, anlayın artık. Nereye kadar bu zorbalık?

Biz, mahkûm eden ve mahkûm olan üzerine düşünmeye devam edeceğiz.

Ve “kölelere özgürlük” talebimizi asla yere düşürmeyeceğiz.

*https://mehmetalibasaran.wordpress.com/hatira-defteri/
**http://www.radikal.com.tr/turkiye/askeregitmeyin-com-sitesine-askerlikten-sogutma-davasi-1371819/
***https://www.emekveadalet.org/alinti/bu-ne-haldir-mehmet-ali-basaran/

Askıda Beraat

Altı yıldır, ortalama iki üç ayda bir, tanımadığım insanlardan e-posta alırım. Askerlikle ilgili duygu, düşünce ve endişelerini paylaşır, bana soru sorarlar. Bugün de şöyle bir ileti ile güne başladım:

“Mehmet Ali Bey iyi günler, sizi uzun zamandır takip ediyorum ve ben de İslam’a dayalı esaslara bakarak askerliğin küfür ameli olduğunu biliyorum, vicdani retçi olmak bizim için daha mı iyi yoksa her seferinde kâğıt imzalayıp imtihanı def etmek mi lazım, bana bilgi verirseniz sevinirim.”

Arkadaşın, “kâğıt imzalamak” diye bahsettiği hususu askerlik sorunu olmayanlar bilemeyebilir, kısaca izah edeyim:

Askerlik yapmakla “yükümlü” olup bir sebeple bakaya veya yoklama kaçağı durumuna düşmüş kişilere GBT yoklaması neticesi “15 gün içinde en yakın askerlik şubesine başvuracağını beyan ettiği” bir tutanak imzalatılması işlemi. Bu işlemin ardından idari para cezası gelebilir.  

Zorunlu askerlik diye bir sorun olduğu, her yeni kuşağın bu sorunu kiriyle-pasıyla, olduğu gibi miras aldığı aşikâr.

Çok farklı gerekçelerle milyonlarca insan aynı kapıya çıktı, çıkıyor ve çıkacak: İnsanların inanmadıkları kurumların/değerlerin neferi olmaya zorlanması bir zulümdür. Zorla askere alınmak insan hakları ihlalidir.

Askerlik çocuk oyuncağı değil, içinde ölmenin ve öldürmenin olduğu, savaşa dayalı bir endüstridir. Bizim inancımıza göre haksız yere bir insanı öldürmek bütün bir insanlığı öldürmek gibidir. (Dikkat: haksız yere kimseyi öldürmemiş, lakin öldürenlere binlerce lira yardım yaparak “lojistik” destek vermiş olabilirsiniz!)  

Yirmili yaşların ortasında olduğunu tahmin ettiğim genç, “İslam’a dayalı esaslara bakarak” (İslami esaslarla alakasız bir orduda) “askerliğin küfür ameli olduğunu biliyorum” diyor.

Ben İslam âlimi değilim, hoca değilim. Bu soru bana soruluyor: kendimizi içinde bulunduğumuz bu müesses nizamda askerlik yapmak caiz midir, helal olur mu yoksa mekruh mudur?

Zorunlu değil de “bedelli” olsa sorunun cevabı değişir mi? Ne derece?

Ülkede binlerce cami var, binlerce imam ve ilahiyatçı çalışıyorken bu soru bir avukata soruluyor. Elbette benim bir cevabım ve kararım var, açık.

Sorunun bana sorumasını gayet tabii, anlıyorum lakin o binlerce, on binlerce kişiye sorulmamasını anlayamıyorum.

Müslümanlar ne zamandan beri sorunlarını “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek çözüyorlar, merak ediyorum. Kafayı kuma gömmek nasıl bir “fıkıh usulü”, merak ediyorum.

Sorulan, sorulamayan soruların bir hesabı olmayacak mı? Verilmeyen, verilemeyen cevapların bir anlamı olmalı.

Dün vicdani retçi yazar Ali Fikri Işık’ın avukatı olarak hâkim karşısına çıktım. Kendisi, bu ülkenin kanunlarında halen yeri olan “Halkı Askerlikten Soğutmak” (TCK m. 318) suçunu işlediği gerekçesiyle yargılanıyor.

Ali Fikri Işık hâkime şöyle bir soru sordu: “Ben insanları hangi askerlikten soğutmuşum: yıllarca ve son olarak 15 Temmuz 2016’da darbe yapmaya kalkan darbeci askerlikten mi yoksa bedelli askerlikten mi?”

Amfide ders anlatan ak saçlı bir profesör edasıyla sakin sakin ve de “derinlemesine” konuşan müvekkile katılmamak elde değildi! Biraz felsefeden sonra hukuk da serpiştirmek üzere savunma yaptım ben de:

“Müvekkilin sözleri İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 18 ve 19. Maddeleri,  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9 ve 10. Maddeleri ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 25. Maddesince güvence altına alınan “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirilmedir.

Müvekkilin sözleri şiddete davetiye çıkartmamakta, toplum barışını bozmamaktadır. Kimse çoğunluğa uygun düşünmeye zorlanamaz. Farklı düşünmek ve bunu ifade etmek insan olmanın gereğidir. Müvekkilin sözlerinin yargılamaya konu edilmesi hukuka aykırıdır.”

Hâkim, dinledi, dinledi fakat beraat kararı veremedi. Ali Fikri Işık’ın geçmişini araştırmak istemiş olacak. “Hele şu seçimler geçsin, kimmiş bakalım bu Ali Fikri Işık?”

(Fetöcü olmasın? Kendisi değilse bile babası fetöcüdür belki de!? Bunu en iyi Süleyman Soylu bilir.)