Hızlı Aydınlanmalar Üzerine

Eşim üç ay önce benim için internetten bir ayakkabı satın aldı. Güvenilir alışveriş vaat eden saygın bir uygulama üzerinden alalım ki sakata gelmeyelim dedik.

Ayakkabı geldi, iki gün kullandıktan sonra iki yerden dikişleri atmasın mı! Orijinal olsa öyle bir şey mümkün değildi. Satıcıyla irtibata geçip ayakkabının fotoğraflarını paylaştık ve değiştirmesini talep ettik.

“Elimde şu an ayakkabı yok, haftaya gelince bakarsınız, beğendiğinizi söylersiniz, değişirim” diyerek olumlu yaklaşınca içimiz rahatladı.

Haftalar haftaları kovaladı, ne var ki yeni ayakkabılar bir türlü gelmek bilmedi. Biri sizi oyalayıp duruyorsa dolandırıyor olma ihtimali kesin değil de hayli yüksektir.

Bu arada, eşim, uygulama üzerinden rahatsızlığını daha kesin sözcüklerle ifade ediyor fakat değişen bir şey olmuyordu. Sitenin yöneticilerine durumu açtık, “işlemi onayladığımız için”, yapabilecekleri bir şey olmadığını belirttiler.

Eşim, son çare, avukat olduğumu, bizi dolandırdığı için dava açacağımızı yazdıysa da yine değişen bir şey olmadı. Olmadı diyorum ama aslında şöyle bir gelişme oldu: Adam uygulama üzerinden eşimin kendisine ulaşımını engelledi. Artık ne mesaj ne de sattığı ürünlere yorum yapabiliyordu. Kapı yüzümüze kapanmıştı.

Bu alışverişte dolandırılmıştık, başımız ağrımıştı, dava açmakla uğraşmak da iş yükü idi ve sonuçlanması en az bir yıl sürerdi, satıcı uzak bir şehirde ikamet ediyordu, daha fazla uğraşmak da içimden gelmiyordu, “Allah’ından bulsun, hakkımı helal etmiyorum” diyerek unutmak istiyordum. Olay bir süre öylece sürüncemede kaldı.

Aradan üç aydan fazla zaman geçmişti. Satıcının kargo gönderisinden adı ve adresini bilsek de telefon numarasını bilmiyorduk.

Şöyle düşündüm: Bu adam bizi dolandırdığı gibi başkalarını da dolandırabilir. Bu kötülüğe engel olmak lazım. Elimden geleni ardıma koymayayım.

Bu düşünce itibariyle silkindim. İlk iş bilgisayarımın başına geçip boş bir sayfa açtım. Bir buçuk sayfalık bir suç duyurusu yazdım. Jilet gibi oldu!

Ardından, uygulamayı kendi cep telefonuma indirdim. Üyelik işlemlerini de tamamlayıp şüphelinin hesabını buldum ve ona şu kısa mesajı yazdım: “Merhaba, ben avukat Mehmet Ali Başaran. Eşimin gerçekleştirdiği bir alışverişte onu dolandırmıştınız. Daha sonra onu engellediniz. Sizi ve uygulamayı dolandırıcılık dolayısıyla savcılığa şikayet edeceğimizi ifade etmiştik. Dilekçe hazır ve ekliyorum buraya. Mağduriyetimize kolay yoldan son vermek için 1 Ekim’e kadar size son bir süre tanıyacağım.”

Dilekçenin ve vekaletnamenin fotoğrafını attım.

Dört dakika sonra cevap geldi ve her cümlesinde yer verdiği bir kelime dikkatimi çekti: Beyefendi.

Sabah para hesaba yatırılmıştı. Ayakkabıyı karşı ödemeli olarak göndermek kaldı bize.

Allah’tan korkmayan, kuldan utanmayan insanlarla “iyilikle, güzellikle” ne kadar konuşabilirsiniz ki!

Üç yıl öncesiydi, kardeşim aradı, sıkıntısını aktardı:

“Ev almak için müteahhite 50.000 TL ödedik, ortada ev filan yok, daha inşaata bile başlamadı, sözleşmeye aykırı davrandı, paramızı istiyorum oyalayıp duruyor beni, paramı tam olarak alsam bile zarardayım…”

Piyasada böyle çok sayıda çakal olduğu için kestirmeden sonuca gitmek gerekiyordu.

“Böyleleri Allah’tan değil devletten korkar. Sana bir dilekçe göndereceğim, altını imzala ve savcılığa teslim et.”

Savcı “suç duyurusu” dilekçesinin gereğini yerine getirip ifadeye çağırmış olacak ki, müteahhitin “hak bilinci” bir anda gelişti ve derhal “yok”tan var edilen (!) o para koşarak geldi, masanın üzerine kondu!

Muhataplarınızda hızlı bir “aydınlanma” yaşansın, hakkınız hukuk içinde kalınarak hızlıca alınsın istiyorsanız, haklarınızı biliyor olmanız gerekli.

Alev Alatlı “Aydınlanma Değil Merhamet” demişti. Haklı. Ben bu hikayede tersini tavsiye ediyorum, muhatabınıza dikkat edin ve “Merhamet Değil Aydınlanma”ya öncelik verin!

Yıllar önceydi. İçi dergi dolu bir çantayla metrobüs durağında bekliyorum… Bir anda iki kişi koluma girdi, “sen gel bakayım şöyle” diyerek kenara çekiyorken “ne var o çantanın içinde, aç bakalım!” dediler.

“Siz kimsiniz” diye sordum. Üzerlerinde herhangi bir üniforma yoktu ve kendilerini tanıtan bir hareket de yapmamışlardı, kart göstermek gibi.

Sorum üzerine biraz şakın ve somurtuk bir suratla, “polis” dedi biri.

“Kartınızı görebilir miyim?”

Çattık, der gibi baktı diğeri, cebine uzandı.

Avukat kimliğimi gösterdim. O zamanlar avukatlar iktidarın şimdiki kadar tacizine uğrayıp iyice cılkı çıkmış şu “öcü” kelimelerle (terör filan gibi vıcıklaşmış kelimelerle) ilişkilendirilmemişti. OHAL çökmemişti ülkenin üzerine, Hukuk’a göstermelik de olsa bir nebze saygı vardı. Ben de bir Ortadoğulu gibi değil Avrupalı, Amerikalı gibi sordum:

“Arama emrinizi görebilir miyim?”

– Ya avukat bey, işimizi neden zorlaştırıyorsunuz, biz sizin güvenliğiniz için…

“Tamam tamam… Açıyorum çantayı ama siz de işinizi iyi yapın” dedim.

Utan Baro

İstanbul Barosu yeni adli yılın açılışı vesilesi ile içeriği “zengin” bir kutlama mesajı yayınlamış.

“Diren Türkiye Avukatın Seninle” başlığı ile Gezi Eylemleri’ne göz kırpmayı da ihmal etmemiş. (Kişi sevdiği ile beraberdir.)

Bilindiği üzere Gezi Eylemleri iyi niyetli bir küçük bağımsız insan grubunun – çapulcu değil doğa aktivistinin- Gezi Parkı içinde sivil, şiddetsiz, demokratik eylemine fazlasıyla hatalı zabıta ve/ya polis müdahalesi ile patlak vermişti.

İlk iki gün bu hatalı ve aşırı şiddet içeren müdahale ile Taksim karışmıştı.

Takip eden günlerde, Park içinde direnenlere Park dışından pek çok saf insanla birlikte sivil değil bindirilmiş, şiddetsiz değil şiddetsevici, demokratik değil faşist ve militarist yasal veya yasadışı grup, örgüt, çete vb kitleler dâhil olmuştu.

Artık maksat üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti ve pek çok yere yayılan olaylarda ortalığı Mustafa Kemal’in –çakma- askerleri,  ulusalcılar, her şeye muhalifler, ‘istemezuk’ cemaati, çeşitli tonda Ergenekonik zihne sahip yığınlar, liglerin bitmesi ile haftalık deşarj kotalarını dolduramayan patlamaya hazır taraftar ve holigan grupları sardı.

İşte İstanbul Barosu’nun tümüyle sahiplenip göz kırptığı Gezi Direnişi tablosu.

Sapla saman birbirine karışmış, ama dert değil. Çünkü Baro’nun söylem ve eylemleri de aynen böyle.

Bir yandan Hukuk derken bir yandan Hukuksuzluğu savunuyor. Bir yandan bağımsızlık derken bir yanı ile zulüm doğuran çağ dışı daracık bir zihniyet ile kendini bağlıyor.

Ben işte bu çağ dışı daracık zihniyeti ile Hukuk’u –doğal olarak- içine sindirememiş, çifte standartlı ve Genç Siviller’in “Anlarsın Ya Baro” diyerek nitelediği İstanbul Barosu’ndan, üyesi bir avukat olarak utandığımı beyan etmek istiyorum.

Yanlış olmasın, ben sizden uzağım!

Başörtülü avukatlar 90 yıldır hukuk mekanizmasının dışında hukuka aykırı olarak tutulur, yasal ve meşru alandan kovulur ve müthiş bir haksızlığa maruz kalırken “diren” demeyen, diyemeyen bir Baro, bugün kendi ideolojisine malzeme devşireceği olaylar ve gruplar için DİREN diyor.

Diren Türkiye değil, Diren ey bizim gibi düşünenler, azınlıklar, endişeliler, diyor esasında.

İstanbul Barosu, başörtülü avukatların hakları nihayet iade edildiğinde, çok ama çok geç gelen bu adalet  karşısında da yönetimine yakışır bir tavır ortaya koymakta gecikmedi.

Direniyorlardı. Hukuksuzluğa değil bizzat Hukuk’un kendisine direniyorlardı.

Hukuksuz ve köhne müesses nizamı devam ettirmek için direniyorlardı.

“Artık başörtülü avukatlar da bu ülkede eşit vatandaş muamelesi görmeli” diyen bir Mahkeme Kararı karşısında hukuk adına utanılacak bir suretle zulümden yana, yasaktan yana bildiriler yayınlıyor, feveran ediyorlardı.

Çok değil, bundan 9 ay kadar önce Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği ile (eski’lerden kim kaldı!?) çağ dışı, gerçek dışı, akıl ve hukuk dışı korkular salıyorlardı etrafa, kendilerince.

O garabet haller, hukuk guguk gel-gitleri üzerine kaleme aldığım bir bildiri yayınlamıştık Özgür Açılım Platformu olarak.

Okuduktan sonra veya okumadan önce haklı olarak diyeceksiniz: “Utan Baro!”

“İstanbul Barosu, Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği’ne Birkaç Soru

Danıştay 8. Dairesi’nin Türkiye Barolar Birliği’nin başörtülü avukatlara yönelik yasakçı tutumunu hukuka aykırı bularak reddetmesi uzun yıllar devam etmiş bir zulmün, derin bir hukuksuzluğun bir alanda daha son bulması anlamına geliyor. Umarız tamamıyla hukuka aykırı olan başörtüsü yasakları her alanda en kısa sürede son bulur.

Adalet algısı gelişmemiş, Hukuk bilinci bulanık, Din ve Vicdan Hürriyeti nedir bilmeyen yasakçı zihniyetlerin hayattan çekilmesi yeryüzünün çok daha yaşanılır hale gelmesine ciddi katkıda bulunacaktır.

Danıştay 8. Dairesi’nin söz konusu kararı ile geç gelen bir parça adalete dahi tahammül edemeyen İstanbul ve Ankara Baroları “Kaygılı” olduklarını açıklamışlardır.

Yasakçı zihniyeti temsil etmekte İstanbul Barosu ile yoldaş Ankara Barosu “geç gelen adalet” karşısında şu “kaygılı”  açıklamayı yapmıştır:

“Şekil sorunu olarak değil rejim sorunu olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğümüz Danıştay’ın kararı ile ilgili Baromuz Başkanlığınca yapılan ilk tespitler aşağıdaki gibidir:

1- Avukatların dini sembollerle duruşmalara girip yargısal faaliyetlere katılmaları yargının diğer kurucu unsuru olan hâkim ve savcıların dini semboller kullanarak yargılama yapmalarının önünün açılması anlamına gelir.

2- Bu, şekil sorunu değil apaçık rejim sorunudur.

3- Dini sembollerle yargılama yapan hâkimlerin kürsülere yerleştiği bir devlette tek hukukluluktan söz edilemez, tarikat hukukları egemen olur.

4- Şekil gibi görünen bir yoldan esasa ve özünde rejime yönelik bir değişiklik söz konusudur.

5- Ankara Barosu, Danıştay’ın bu kararı ile ilgili süreci yakından takip edecektir. Kararın kısa zaman içerisinde düzeltileceğine inanıyoruz. “

Öte yandan Türkiye Barolar Birliği de aynı minvalde bir açıklama ile yasaktan yana taraf olduğunu bir kez daha ilan etmiştir:

“Söz konusu kararla ilgili hukuki süreç Birliğimiz tarafından yakından takip edilmekte olup, yapacağımız itiraz üzerine pozitif hukuk kurallarına aykırı olduğuna inandığımız bu kararın, yargılamanın ilerleyen aşamalarında kaldırılacağına yönelik inancımız tamdır.” 

Özgürlük ve Adaletten yana bu ve benzeri her gelişmede kaygılanan İstanbul Barosu, Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği Yöneticilerine bu vesile ile birkaç sorumuz olacaktır:

1)    Siz bu milleti aklı basmaz, saf, salak veya avanak mı sanıyorsunuz?

2)    “Herkes için adalet” diyecek samimiyetiniz ve yüreğiniz var mı?

3)    İnsan’ın haklarına rağmen devletin köhne ve çürük yasalarını mı savunuyorsunuz?

4)    Gelinen noktada içselleştirilmiş bir Hukuk bilgisine sahip olduğunuzu düşünüyor musunuz?

5)    Tarih karşısındaki konumunuzu hiç düşündünüz mü?

 

Özgür Açılım Platformu

Özgürlük için Adalet!

25.01.2013 – Türkiye”