Kudüs Bütün Müslümanların Kutsalıdır

”Kudüs’te Müslümanların razı gelebileceği asgari şart; işgalin sona ermesi, işgalcilerin yöreyi terk etmeleri ve yörede İslam egemenliğinin yeniden tesis edilmesidir.” Prof. Dr. Şinasi Gündüz, 100 yıldır ağır bir işgali yaşayan kutsal beldemiz Kudüs hakkında her Müslümanın bilmesi gereken asgari hususlar hakkında Mehmet Ali Başaran’ın sorularını cevapladı. 

http://www.dunyabizim.com/soylesi/27719/sinasi-gunduz-kudus-butun-muslumanlarin-kutsalidir-haremidir

Toprakları ve kutsalları işgal altında olan İslam coğrafyasında yaşayan biz Müslümanlar için direnmek farzdır. Direnmeyi namaza benzetirsek, bilinçlenmek de tıpkı abdest almak gibi bir önşarttır.

100 yıldır ağır bir işgali yaşayan kutsal beldemiz Kudüs hakkında her Müslümanın bilmesi gereken asgari hususları, konunun uzmanına sordum. Kur’an’ı AnlamakKüresel Sorunlar Ve DinPavlus, Hrıstiyanlık, Misyonerlik gibi kitaplarla pek çok ilmi esere imza atmış İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi anabilim dalı başkanı Prof. Dr. Şinasi Gündüz cevapladı.

Kudüs olarak bilinen beldede tarih boyunca hangi kavim ve devletler hüküm sürmüştür, kısaca açıklar mısınız?

Kudüs’ün bilinen tarihi MÖ 4000’lere kadar uzanır. Tarihin farklı dönemlerinde şehre egemen olan siyasal ve kültürel yapılardan hareketle Ursalimmu, Uraşlam, Ariel ve Aelia/İlya gibi çeşitli isimler verilen Kudüs, binlerce yıl Kenanilerin bir yerleşim merkezi olmuştur. Yaklaşık olarak MÖ 1000 yılı civarında Yebusluların şehri olan bu kent Hz. Davud tarafından fethedilmiş ve böylelikle MÖ 6. yy. başlarında Babillilerce yıkılışına kadar İsrailoğulları egemenliğinde kalmıştır.

Sonraki dönemlerde şehir üzerinde Babil, İran (Pers), Yunan ve Roma egemenlikleri söz konusu olmuş; Romalılar 2. yy.’da şehre imparator Hadrian’dan hareketle Aelia Capitolina adını vermişler ve bu isim İslam egemenliği dönemine kadar sürmüştür. MS 636’da Hz. Ömer döneminde şehir İslam egemenliğine girmiş ve şehre kutsallığından ötürü Kudüs (Kudsü Şerif) adı verilmiştir. 1099-1187 arasındaki kısa süreli Haçlı egemenliği hariç, 1917 yılına kadar Kudüs’teki İslam egemenliği devam etmiştir. Bu arada Kudüs 1517-1917 arasında tam 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştır.

1917 yılında şehri işgal eden İngilizler, bu tarihte Siyonist localara verdikleri ve Belfour Deklarasyonu olarak adlandırılan söz çerçevesinde dünyanın dört bir tarafından Yahudilerin Filistin’e ve tabi ki Kudüs’e göç edip yerleştirilmeleri politikasını yürürlüğe koymuş ve 1948’de resmen kabul edilen işgalci İsrail’in kuruluşunu hazırlamışlardır. Bu tarihten günümüze kadar ise şehir siyonist İsrail işgali altındadır.

Kudüs’ün Hristiyanlık, Yahudilik ve İslamiyet açısından taşıdığı önem nedir?

Kudüs her üç dinsel gelenek için de önemli bir şehirdir. Hıristiyanlık açısından Kudüs, gerek Hıristiyanlarca yeryüzünde bedenleşen “tanrı oğlu” ve “ilahi kelam” olarak kabul edilen İsa Mesih’in yaşamında bu şehrin ve civarının oynadığı önemli rol, gerekse gelecek dönem beklentileri açısından önem arzetmektedir.

Hıristiyanlığa göre Beytüllahim’de doğan İsa Mesih, Kudüs’ü ve Kudüs’teki mabedi faaliyetlerine üs edinmiştir. İncillerde kendisiyle ilgili olarak “bir peygamberin Kudüs’ün dışında ölmesi düşünülemez” demiştir (Luka 13:33-34).

Yine İsa Mesih bu bölgede suçlanmış, yargılanmış, ölüme mahkûm edilmiş ve Kudüs surlarının hemen dışındaki Golgota’da çarmıha gerilerek öldürülmüştür.

Hıristiyan geleneği İsa Mesih’in çarmıha gerildiğine, gömüldüğüne ve sonra mezarından dirilerek göğe yükseldiğine inanılan bu yerde en kutsal kiliselerinden birini, “Kıyame Kilisesi”ni inşa etmiştir. Hıristiyan geleneğinde Kudüs gelecek dönem beklentileri açısından da oldukça önemlidir. İsa Mesih’in ikinci defa yeryüzüne gelmesi öncesi Yahudilerce Kudüs’te tapınağın yeniden inşa edileceğine ve Yahudilerle diğer uluslar arasında büyük bir savaşın çıkacağına, sonrasında iyilerle kötüler arasında Armegeddon savaşının yaşanacağına inanılır. Bütün bunlar olmadan İsa Mesih yeryüzüne inmeyecektir. Dolayısıyla bütün bu beklentilerde Kudüs kilit öneme sahip bir merkez olarak düşünülür ve bu nedenle de başta Amerikan evangelik kiliseleri olmak üzere Siyonist Hıristiyanlar İsrail’i ve Kudüs’e yönelik İsrail politikalarını güçlü şekilde desteklemektedirler.

Yine Hıristiyanlar bu gelecek dönem beklentisi çerçevesinde İsa Mesih’in ikinci kez gelişi döneminde Tanrı’nın ikametgâhı olan “göksel Kudüs”ün bir gelin gibi Tanrı katından yeryüzüne ineceğine de inanırlar.

Yahudilik açısından Kudüs, tanrı tarafından İsrailoğulları’na, dolayısıyla Yahudilere vaadedilen “Eretz İsrael”in (Arzı Mev’ud’un) merkezidir; Kral Davud tarafından kurulan İsrail krallığının başkentidir. Kudüs Davud şehridir. Bu şehir yeryüzünde kutsiyetin merkezi olarak kabul edilir. Kral Süleyman tarafından MÖ 10. yy’da inşa edilen kutsal mabed (Bet Amikdaş) bu şehirdedir. Yine tanrının manevi ikametgâhını temsil eden Ahit Sandığı da bu mabed, dolayısıyla mabedin yer aldığı bu şehir içindedir.

Her ne kadar Kudüs şehri MÖ 6. yy’dan itibaren İsrailoğulları egemenliğinden çıkmışsa da bu şehir Yahudilerin ebedi başkenti olarak kabul edilir. Yahudiliğe göre Kudüs gelecek dönem açısından da oldukça önemlidir. Bir iman esası olarak geleceği beklenen Mesih’in Yahudileri yeniden Arzı Mev’ud’a döndüreceğine, Kudüs’ü yeniden başkent yapacağına ve Kudüs’te mabedi tekrar inşa edeceğine inanılır.

İslam açısından baktığımızda, öncelikle Kudüs bin yılı aşkın bir süredir İslam diyarı olmuş bir şehirdir. Peygamberler şehridir; zira Hz. Davud ve Hz. Süleyman’dan Hz. Zekeriyya’ya, Hz. Yahya’ya ve Hz. İsa’ya kadar birçok İslam peygamberi bu şehirde yaşamış ve burada şirke karşı tevhid mücadelesi vermiştir.

Yine Kudüs Müslümanların ilk kıblesidir. Hicri 2. yılda kıble olarak Mescid-i Haram yönünün belirlenmesine (Bakara 144) kadar Hz. Peygamber (sav) ve mü’minler namazlarında Kudüs’e, Mescid-i Aksa’ya yönelmişlerdir.

Kudüs aynı zamanda Hz. Peygamber’in İsra ve Mirac mucizelerinin gerçekleştiği mekândır. İsra suresinde, 1. ayeti kerimede ifade edilen ve “çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa” ifadesi Kudüs’ü kastetmektedir.

Mescid-i Aksa, Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından inşa edilen, MÖ 586’ya kadar ayakta kalan, bu tarihte yıkılışından yaklaşık 60 yıl sonra ikinci defa inşa edilen ve MS 66-70’e kadar ayakta kalan mabettir. İsra olayı Kudüs’teki bu mabede ve çevresine yönelik Hz. Peygamber’in yaşadığı mucizevi bir tecrübedir.

MS 636’da Hz. Ömer döneminde Kudüs fethedildiğinde Hz. Ömer, Mescid-i Aksa’nın bulunduğu mekân üzerinde namaz kıldırmış ve ilerleyen dönemde namaz kılınan bu mekân üzerinde bugün Kubbetussahra ve Aksa Mescidi olarak adlandırılan yapılar inşa edilmiştir.

Hz. Peygamber (sav), Mescid-i Aksa’yı, Mescid-i Haram ve Mescidu’n-Nebi ile birlikte özel olarak ziyaret amacıyla seyahat düzenlenecek üç mescid arasında zikretmiştir; buralarda kılınacak namazın diğer yerlerde kılınan namazlardan sevap bakımından daha makbul olduğunun altını çizmiştir. Bu bağlamda Kudüs, Harem-i Şerif’tir; yani tıpkı Mekke ve Medine bölgeleri gibi kutsal bir alandır, Harem bölgesidir.

Dünyanın herhangi bir yerinde bir İslam diyarına yapılan taciz, bütün Müslümanlara yapılmış demektir. İslam diyarı içinde özellikle Harem bölgesine yapılan bir taciz, saldırı ve işgal ise daha da önemlidir; her Müslümanın bu tacize, saldırıya ve işgale karşı direniş ve tavır göstermesi farzdır. Bu nedenle Kudüs ve etrafındaki Siyonist işgale karşı mücadele yalnızca yerel halkların ya da çerçevenin değil, bütün Müslümanların görevidir. Zira Kudüs, bütün Müslümanların kutsalıdır, haremidir; ona yönelik taciz ve tecavüz bütün Müslümanlara karşı yapılan bir taciz ve tecavüzdür.

100 yıldır dünyanın gözleri önünde devam eden Filistin işgalinin, işgalciler adına başarısı ve başarısızlığı hakkında neler söylenebilir?

Filistin işgalinin işgalciler adına başarısı, yaklaşık 100 yıldır burada oluşturdukları fiili durumdur. Bu 100 yıllık süreçte dünya genelindeki Müslümanların ve özellikle de yöre Müslüman halklarının gerekli mücadeleyi ve tepkiyi sergilememiş olmaları, tam tersine başta yöredeki kukla yönetimler olmak üzere yöre toplumlarının bir müstemleke zihniyetiyle Batı’ya ve Batı zihniyetine eklemlenme konusunda adeta birbiriyle yarışır hale gelmeleri işgalciler adına ciddi bir başarıdır.

Bununla birlikte işgalciler adına en büyük başarısızlık yöredeki sömürge valisi kılıklı Batı yanlısı yönetimlere rağmen Filistin’e ve Kudüs’e yönelik İslami bilincin Müslüman kamuoyunda hâlâ canlılığını sürdürüyor olmasıdır. Bu durum eninde sonunda işgalci zorbaların ve onları destekleyen güçlerin kaybedeceği bir geleceği hazırlayacaktır. Bunun için öncelikle başta Kudüs ve Mescid-i Aksa olmak üzere İslami değerlerimizi sahiplenmek ve bu konuda İslam dünyasındaki fiili yönetimlerin gündelik ayak oyunlarından ve politik atraksiyonlarından bağımsız olarak işgal atındaki tüm İslam topraklarının yeniden özgürleştirilmesine, ayaklar altına alınan kutsallarımıza sahip çıkılmasına yönelik tutumlar ve tavırlar geliştirmek gerekir.

Aynı şekilde bu çerçevede bugün Filistin ve Kudüs özelinde cari olan işgal durumunun yalnızca Siyonist İsrail’den kaynaklanmadığı ve bunun ardında başta İngiltere ve ABD olmak üzere İslam düşmanı hegemonik güçler ve bunların yerli işbirlikçileri olduğunu, dolayısıyla verilecek mücadelenin bütün bu güçlere, bunların zihniyetine ve İslam dünyasındaki destekçilerine karşı olması gerektiğini hatırdan çıkarmamak gerekir.

Siyonizmin işgali altındaki Kudüs’ü bekleyen tehlikeler nelerdir?

En belirgin tehlike, işgalciler ve işbirlikçileri tarafından önerilen ve gerçekte fiili durumun Müslümanlarca kabulünü, İslam’ın kutsallarının iğfal edilmesini ve Müslümanlarının elinden alınmasını amaçlayan sözde çözüm tekliflerinin bölge halkları tarafından kabullenilmesidir.

Filistin’de büyük bir zulme maruz kalan Müslümanların razı gelebilecekleri çözümün asgari şartları nelerdir?

Müslümanların razı gelebileceği asgari şart; işgalin sona ermesi, işgalcilerin yöreyi terk etmeleri ve yörede İslam egemenliğinin yeniden tesis edilmesidir.