Türkçe’de “Asker Doğmayanlar” adıyla yayınlanmış iki kitap bulunuyor.
Biri, İrlandalı yazar John Boyne’ye ait “Asker Doğmayanlar” adlı roman. Diğeri ise Pınar Öğünç’ün vicdani retçilerle görüşmelerine yer verdiği “Asker Doğmayanlar” adlı anlatı.
Bu iki kitabın birlikte okunması, savaş ve askerlik meselelerine sağlıklı bakılabilmesi adına önemli bir katkı sunabilir. Kitapları birlikte ele alışımın sebebi isim benzerliği değil, türlerinin başarılı örnekleri olmaları.
Türkiyeli ortalama bir vatandaş için bu kitaplar ezber bozar niteliği haiz, sarsıcı eserlerdir kanımca.
Malum, biz okullarda, camilerde, kışlalarda, ekranlarda, kitaplarda ve dahi hayatın dört bir yanında dürüst millet, adil millet, çalışkan millet, âlim millet olarak filan değil “asker millet” olarak, “gaza getirme usulü” ile eğitimden geçirildik. Her Türk asker doğar, propagandalarıyla, sorgulamaksızın itaat etmeye güdümlü olarak büyütüldük.
Kafalarımız düzene uygun olarak yoğun bir militarizmle şekillendirildi. Düşünme ve muhakeme etme yetilerimize karşı sistematik bir saldırı gerçekleşti. Endişe etmeye gerek var zira saldırı sona ermedi. Yeni imaj ve ambalajlarla abluka devam ediyor. Dolayısıyladır ki askerlik, savaş ve kışla gibi konularda sağlıklı düşünme yeteneğimizi devreye sokmamız ciddi bir çaba ile silkelenmeyi, donanımlı bir arınma ile öze dönmeyi gerektiriyor.
Birbiri ardına okunmasında yarar gördüğüm söz konusu kitaplar işte bu amaca hizmet ediyor. İnsanları farklı açılardan bakmaya teşvik ediyor. Esasen tercih yapmaya değil sadece sorgulamaya davet ediyor. Sokrates’e atfedilen sözle ifade edecek olursak: Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.
“Asker Doğmayanlar” adlı roman, yaşını büyük göstererek 1. Dünya Savaşı’na katılan bir gencin gözünden savaşı, askerliği ve paramparça olmuş hayatları anlatıyor.
Tristan, sorunlu bir kişiliğe sahip. Aynı bölükte, zorla askere alınmış ve fakat savaş karşıtı bir vicdani retçi de yer alıyor. Tristan’ın yakın olduğu tek arkadaşı da daha sonra yaşananlar sonucu savaşmayı reddediyor.
Korkaklığın, hainliğin, cesaretin tartışıldığı, savaşın iliklere kadar yaşandığı, okuru daha ilk sayfadan sarıp sarmalayan bu roman tahmin edilmesi çok güç, son derece çarpıcı bir sonla bitiyor.
Yanlış tercihlerin ne denli feci akıbetlere gebe olabileceği can yakıcı biçimde gözler önüne seriliyor.
“Tristan’ın hikâyesinde geriye vicdanın en cevapsız sorusu kalacak: Savaşan mı yoksa savaşmayı reddeden mi? Kimdir daha cesur olan?”
Romanları 42 dile çevrilmiş, ustalık kıvamında kaleme sahip bir yazarla karşı karşıyayız.
Pınar Öğünç’e ait “Asker Doğmayanlar” kitabında ise farklı nedenlere zorunlu askerliği reddeden 14 vicdani retçi ile yapılan görüşmeler yer alıyor.
Kitaba önsöz ile katkı sağlayan Ayşe Gül Altınay, dikkat çekici bir alıntı yaparak, Tolstoy’un 1905 yılında konuyla ilgili kaleme aldığı satırları aktarıyor:
“Avrupa’daki iktidar odakları zorunlu askerlik hizmetini hiç itirazsız kabul ettiler; oysa ki kölelikti bu, hem de eski dönemlerdeki kölelik koşullarıyla kıyas kabul etmez bir yozlaşma ve irade kaybı söz konusuydu.”
Kitap, kesişen noktaları belirli 14 bambaşka hayat hikâyesi seriyor okurun önüne. Bu isimlerden beni en çok etkileyen, dünya görüşmelerimiz çok farklı olmakla birlikte bende büyük bir saygı uyandıran isim Tayfun Gönül oldu.
Tayfun Gönül 2012 yılında 54 yaşındayken vefat etmiş bir doktor. Kendisi Türkiye’nin ilk vicdani retçisi…
1989 yılında Sokak dergisi vasıtasıyla bir manifesto ile vicdani reddini duyurdu. O tarihte yaptığı çıkış deli cesareti, tam bir çılgınlık! Tespitleri ve duruşu ile sağlam bir irade ortaya koymuş. 1990 yılında aynı dergide yer alan söyleşi kitaba dâhil edilmiş, olduğu gibi.
Merak edilen sorulara cevap verirken, bir ara arkadaşı aynen şu soruyu soruyor:
“Ne kadar ciddi konuşuyorsun Tayfun, kampanya nedeniyle mi?”
Çok samimi konuştuğunu düşünürken bu kısmı beni güldürdü. Nasıl bir ortamları varsa artık… Konu böylesine ağırken şu muhabbete bak!
Soruya şöyle yanıt veriyor:
“Biraz öyle… Çünkü sözünü duyurabilmek için biraz molla olup tumturaklı laflar etmen gerekiyor.”
Söyleşinin son sorusuna verdiği yanıtın son kısmı ise her okuduğumda içimi burkar benim.
“Kimlerden destek umuyorsun” sorusuna yanıt verirken; kadın hareketinden, Kürt hareketinden bahsettikten sonra, sosyalistlerin kendisini destekleyebilecek kadar “özgürlükçü” olup olmadıklarını merak ettiğini söylüyor. Nihayet, şöyle bitiriyor:
“Ayrıca, Müslümanların tutumlarını da merak ediyorum. Bana öyle geliyor ki inançlarında samimilerse, bu lâdini devlette askerlik yapmak onlara da ters geliyor olmalı.”
Müslümanların, inançlarında samimi olup olmadıkları sorusuna yanıtı okurlara bırakmak en iyisi…
Ne var ki şunu belirtmeden edemeyeceğim Gönül; bugün artık pek çok şey Müslümanlara ters gelmiyor.
“Öze Dönüş” diye diye geldiğimiz noktada bugün artık “tersine” göç alıyoruz!
Bir 27 yıl daha bekleyelim bakalım. Bakalım hangi “ayartma” ile yitip gider bu mahallenin birikimi.
Ya da “imtihan” diyelim ve bu yazıyı da biraz böyle “yuvarlayarak” bitirelim.