500. Yazı ve Veda

12 yıl önce bu yazıhaneyi açıp sessiz sedasız ilk yazımı yayımladığımda bir yola çıktığımın farkındaydım. Yolun beni nerelere götüreceğini kestirememekle birlikte, uzun olacağını tahmin etmiştim. Allah ömür verdi, yaşadım ve yazdım. Şükür.

Ömrüm oldukça, var olmakla yetinmeyip yaşamaya ve yazmaya devem etmek istiyorum, ilk günkü tutkuyla. Ne var ki buradan ayrılıyorum. Yazıhanem (blog) açık kalacak. Ben yine hayattan, değişimden, yılların yorgunluğundan nasibime düşen payı almaya bakacağım, gözümü dikip ufuklara. Şairin dediği gibi, atlara ve uzaklara hayran.

Yıllara, yaşananlara, olaylara tanıklığımdan müteşekkil bu 500 yazıyı, paylaşımı burada muhafaza edeceğim. Vakit tamama ererken, tanımadığım binlerce insanın yolu buralara, yazılara düşer diye tahmin ediyorum bir vesileyle.

Yaptığım en iyi işlerden biri bana mektep olan bu yazıhaneyi açmak oldu. Daha çalışkan bir talebe olsaydım geride kalan yıllara çok daha fazla okuma ve meyvesi yazı düşerdi şüphesiz. Elimden bu kadarı geldi. Sabırla devam etmenin, kararlılıkla sonuna dek gitmenin hasadını topluyoruz şu hayatta. Kitaplarımın taslaklarını burada yayınladım mesela. Türkçe’nin elinin ulaştığı coğrafyalardan onlarca insanla bu yazılar vesilesiyle tanıştım. Telefonlar, tebrikler, eleştiriler, ağır eleştiriler ve evet, dualar, mazlumların bakışları üzerine sinmiş çeşit çeşit dualar aldım.

121 Bin 684 kişi bu yazıhaneyi ziyaret etmiş şimdiye dek. 202 Bin 500 kez görüntülenmişiz. Allah ve meleklerinin değil Google’ın şahitliğinden bahsediyorum. En sert konularda “kavgaya” karışmaktan çekinmeyen, sevimsiz olmayı, hatta “taşlanmayı” göze almayı  “sünnet” gören, bir kez olsun tribünleri selamlamamış, twitter, face, watsap kullanmayan isimsiz bir yazar/yazan için sayılar kabarık bana kalırsa. (Ne önemi varsa! Arka plan bilgisi paylaşıyorum yalnızca.)

Geride kalan yılların nihayetinde 200 kişi paylaştığım yazıları okumak istediğini bana iletmiş. Beni takip edenlere, kısacık ömründe vaktini ayırıp yazdıklarımı okuma nezaketi gösterenlere, yetmezmiş gibi bir de yorum yapan, paylaşmaya değer gören herkese teşekkür ediyorum.

Bir süre için yer altına inmekte, dağlara çıkmakta, ormanda yaşamakta fayda var. Modernliğimizin, şehirlerimizin kirinden pasından, genetiği değiştirilmiş insanlığımızdan arınmak için.

Okurlara kalan ömürlerinde hayır, bereket, sıhhat ve afiyet diliyorum.

Buraya kadar sabredenlere bir şiir armağan etmek istiyorum. Kargo’nuz var: Birhan Keskin’in Fakir Kene adlı kitabından geliyor:

Sana buraya bazı şeyler koyuyorum. Yol boyunca aklında olsun. Lazım olursa açar okursun, Olmazsa da olsun, bir zararı yok burada dursun.

Şuraya bir cümle koydum. Bırak, acımızı birileri duysun. Hem zaten şiir niye var? Dünyanın acısını başkaları da duysun!

Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dursun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun.

Buraya tabiatı koydum. Ağaçları, suyu, ovayı, dağı. Onlar bizim kardeşimiz, çok canın sıkılırsa arada onlarla konuşursun.

Buraya, küçük mutlu güneşler koydum. Günlerimiz karanlık ve çok soğuyor bazı akşamlar, ısınırsın.

Buraya, bir inanç bir inat koydum. Tut ki unuttun, tekrar bak, o inat neyse, sen osun.

Buraya yolun yokuşunu koydum. Bildiğim için yokuşu. Zorlanırsa nefesin, unutma, ciğer kendini en çabuk onaran organ, valla bak, aklında bulunsun.

Buraya umutlu günler koydum. Şimdilik uzak gibi görünüyor, ama kimbilir, birazdan uzanıp dokunursun.

Buraya bir ayna koydum arada önüne geç bak; sen şahane bir okursun. Mesai saatlerinde çaktırmadan şiir okursun. N’olcak ki, bırak patronlar seni kovsun!

Burada bir tutam sabır var. Kendiminkinden kopardım bir parça, (bende çok boldur) lazım oldukça ya sabır ya sabır, dokunursun.

Burada güzel çaylar var. Bu aralar senin için çok önemli. Bitki çayları, kış çayları, şuruplar, kompostolar. Demlersin, maksat midene dostluk olsun.

Şuraya Youtube’dan müzikler, Bach dinle filan, koydum. Ama müzik konusunda sen benden daha iyisin, koklayıp buluyorsun.

Buraya bir silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun.”

Ramazan Günlüğü 20

Şiir bazen eski günlere götürüyor insanı.

Bazen eski günlere gitmişken bir şiir konuveriyor hatıraların dallarına.

İnsanın yaşadıkları zamanla dallanıp budaklanıyor.

Oturup kalkıyor, hoplayıp zıplıyor, elini uzatıyor, koluna giriyor, itip kaçıyor, şaka yapıyor, gıdıklıyor, tebessüm ediyor, yan bakıyor, can yakıyor, kan akıyor…

Geçmiş zaman geçmişte kalmıyor, insanla birlikte yürüyor. (Son’a. Son diye bir şey varsa!)

Bu yaşayan bir mucize, insan için, insanın içinde yaşayan bir mucize.

Yaratmanın bir ömür boyu sürüyor oluşu.

Nasıl yaratmış, yaratıyor Yaratan, akıl almıyor, aklın alabildiğini dahi akıl almıyor. Mucize an be an inzal oluyor.

İnsan anne veya baba olduktan sonra, Allah ile yaratma fiiline adeta göstere göstere katıldıktan sonra dahi secde edip yakınlaşmıyorsa, “işittik ve itaat ettik” demiyorsa, “Allah’ım sen büyüksün! Sana boyun eğiyor, kulluk ediyorum! Köleliğe son veriyorum. İbadeti hayatlaştırıyor, hayatı ibadetleştiriyorum!” demiyorsa, iman ile eylemi bütünleme yoluna girmiyorsa, durum kötü demektir!

Köprüden önceki çıkışta, fena bir çıkış yaptı demektir. (Allah affetsin)

Bazen eski günlere gitmişken bir şiir konuveriyor hatıraların dallarına.

 

Rabbim büyük yaralar aldım sana
öldüğüm sanılacak savaşta

iddia eden ispatla mükelleftir
idrak eden isyanla

beni çağıran uzaklara yolla
çocuklar doluşsun sevdama

suyun yağmur üzerinde hakkı var
yağmurun üzerimde

hasretlerden teşekkül ediyorum
sana teşekkür ediyorum

ben mehmet ali başaran
ana baba bir şiir hicrettir

söz düşmez bana burda küçüğüm
su çatlağını bulur