Cezaevi Ziyaretleri -11

“Kulağınıza gelen bir bilgi var mı?” diye soruyor bize, “siz avukatsınız, bilirsiniz, bizim dava ile ilgili bir gelişme var mı?”

Yer: Bolu F Tipi Cezaevi, Görüşme Odası.

Sivas Davası tutsaklarından Halil İbrahim Düzbiçer’in izine rastlıyoruz sürpriz bir biçimde. Buraya 6 ay önce sevk edildiğini öğreniyoruz.

İstanbul’dan gelen avukatları karşısında görünce “şok olduğunu” belirtiyor.

10 yıl sonra, bir değil iki Müslüman, üstelik avukat, kendisini ziyarete gelince şaşım şaşım şaşırdığı kadar umutlanıyor da. Güzel gelişmeler olacağını düşünüyor, biz geldiğimize göre. Şevkle soruyor:

“Bizim, davada bir gelişme var mı, ne konuşuluyor dışarda?”

“Dışarda kimsenin umurunda değilsiniz, kusura bakma,” demek istemiyorum. Ama öyle düşünüyorum. Ne acı!

Gerçekten dert edinsek, içeride unutulur muydu suçsuz, garip, yetim insanlar?

Geçen yıl, zindanda unutulmuşluğun dibinde yaşayan bir başka Sivas Davası tutsağına rastlamıştım Kocaeli F Tipi Cezaevinde. Adem Kozu’nun hazin hikayesini kaleme almış ve cevabını az çok bildiğim bir soru sormuştum:

“Acaba Sivas Davası mağdurlarının Allah’tan başka kimi kimsesi kaldı mı?” (http://mehmetalibasaran.com/2014/11/11/cezaevi-ziyaretleri-7/ )

Siyasi tutsakların, en başta da Sivas Davası tutsaklarının hali içimi acıtıyor. 20’den fazla gariban, 20 yıldan fazladır, haksız yere çürüyorlar F Tipi zindanlarda. Bu gerçeği cümle âlem biliyor, bu ülkeyi yönetenler biliyor, (iktidarken de muktedirken de biliyorlardı) ama bir şey değişmiyor!

Sorumluluk makamında olmak nasıl bir şeydir, insanın aklını ve kalbini nasıl kuşa ve taşa çevirir,  yaşamadım, yakın değilim, bilemiyorum. İnsan 200 gram olsun, Allah’tan korkmaz mı?

Sivas Olayları denen derin ve kirli kumpasın bir devamı olarak sahnelendi Sivas Davası adı verilen o kepaze tiyatro! Bu tutsaklar, orada, işkenceci polisler, savcılar ve hâkimler eliyle canilerin önüne atılmış kurbanlardır. Bunu tarih yazdı, hesabını Allah soracak ve cehennem zalimleri kucaklayacak! Şüphemiz yok.

Halil İbrahim Düzbiçer anlatıyor:

“Polisler bana feci işkence ettiler günlerce. Benden isim istiyorlardı. Müslümanların ismini verecektim ve onları tutuklayacaklardı. Kabul etmedim. Bu yüzden her şeyi üzerime yıktılar. Bakanlar polisleri aramışlar ve ‘o kadar insan öldü, siz daha 4 kişi mi yakaladınız’ diye azarlamışlar.”

Derin güçler Sivas’ta alçakça emelleri uğruna yazar-çizer takımından 33 kişiyi öldürmüşler ve en az bu sayıda adamı bir yerlerden çıkartıp putları için kurban edecekler. Emniyet ve Yargı maşa olmuş.

Hali İbrahim Düzbiçer ile bir saate yakın görüştük.

Görüşme boyunca şaşkınlığı üzerindeydi. Gözleri ara ara umutla öyle bir ışıldıyordu ki, gözlerim kamaşıyordu! Teşekkürler etti, defalarca kez, geldiğimiz için dua üstüne dua etti. Biz de dualarla karşılık veriyorduk ama bu kadarı karşısında, mahcubiyetten dilimiz pek dönmüyordu açıkçası. Beceriksizdik. Boğazımızda sözcükler düğümleniyordu. Şaşkınlık o denli baskındı ki artık biz de şaşkındık.

Acıyla karışık bir şaşkınlık, zira aynı soruyu kısa bir süre sonra birazcık farklılaştırıp yine ve yine soruyordu.

Biz sabırla, olanca “bilgimizle”, en güzel şekilde cevaplandırsak da soruyor ve biraz sonra yine soruyordu:

“Dışardasınız ya, kulağınıza gelen bir bilgi vardır muhakkak, bizim durumumuzla ilgili neler konuşuluyor? Siz avukatsınız, davayla ilgili kulağınıza gelen bir şeyler var mı?”

 

(Dışardayız ya, dönüş yolunu tuttuk, Ahmet Kaya ile…)

Cezaevi Ziyaretleri -8

Avukat arkadaşım Selim Murutoğlu ile Kandıra Cezaevi’ndeydik dün.

1 Nolu F Tipi’nde Yusuf Polat, Osman Eken ve İbrahim Günaydın’la, 2 Nolu F Tipi’nde Nevzat Güngör, Selim Kaan, Serhat Selahaddin Tunç, Bülent Şakar ve Rüştü Aytufan’la görüştük.

Her biri farklı karaktere sahip, farklı hikâyelerin kahramanları…

Ne var ki istisnasız her hikâyenin ortak bir giriş ve gelişme bölümü var:

Zalim bir devletin elinde ağır işkencelerle başlıyorlar ve kayıt dışı bir “hukuk”la devam ediyorlar esaretlerine.

Sonuç’ta zulme karşı sessiz kalanların payına düşen, vebal oluyor. İki heceli bir kelime; can yakıcı bir netice!

Serhat Selahaddin Tunç, Hizbullah Davası’ndan yargılanmış ve “ilerde suç işleyebilir” gerekçesiyle müebbet hapse mahkûm edilmiş.

Selim Kaan’ın anlattıkları da insanın içini acıtan benzer bir trajediye işaret ediyor.

Suç sayılabilecek bir eylemi olmamasına rağmen (pikniğe, sohbete veya Kur’an dersine gitmek filan, suç olarak düzenlenmemiş) yakalıyorlar, günlerce feci şekilde işkence ediyorlar.

Terörle Mücadele Şubesi Müdürü Selim Kaan’a “şu suçlardan bir tanesini seç!” diyor.

Dahası var: müdür tavsiyede bulunuyor.

“Sana tavsiyem, şu suçu üstlen, şöyle ifade ver!”

Selim Kaan, hiçbir suç işlemediği için hazırlanan ifadelerin altına imza atmaktan kaçınıyor ve elbette Terörle Mücadele Şube Müdürü’nün tavsiyesine uymuyor.

Bugün, “keşke onun ilk başta dediği suçu kabul etmeydim, en azından “örgüt üyesi” olarak ceza alırdım” diyor.

İşkence altında, gözleri kapalı bir halde ölümün eşiğinde imzalamaya mecbur edildiği ifadelerden ötürü 13 yıldır içerde.

Osman Eken, en kötü ihtimalle, taş çatlasın 10 sene ceza alması gerekirken müebbet hapis cezası almış. 2003’te girmiş, çıkış tarihi 2033 görünüyor!

Bilhassa 90’lı yıllarda işkenceci polisler, savcılar ve hâkimler eliyle devlet müthiş bir zulme imza attı.

(John Maynard Keynes’ten değilse de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden Nefretimin 20 Sebebi’nden biri. Bugün, bu devleti benimseyenlerin, ona sempati besleyenlerin aklından şüphe ederim. Hangi saf bu kadar günah yükünü yüklenir!)

Şiddete başvurmamış binlerce insanı -Türk, Kürt, Müslüman- ayırt etmeksizin zindanlara tıktı.

Çağdaş İstiklal Mahkemeleri’ndeki sözde yargılamalarda işkenceci polis-savcı-hâkim üçgeninde hem maddi hem manevi anlamda linç edildi insanlar.

Bu insanlar arasında şiddete başvuranlar, suç işleyenler yok değildir. Ne var ki devletin ağır tahriki ve insanların izzeti ve nefsi müdafaası dikkate alınmadı. İnsanların onuruyla oynanırken onlara ne susma hakkı tanındı ne de konuşma hakkı. Elbette herkes dilsiz şeytan olmak istemeyecektir.

Nevzat Güngör, 18 yaşında cezaevine girdi ve 23 yıldır içeride.

Halka gözdağı vermek için devlet yetkilileri evlerini ve iş yerlerini yakmış. Çevrede sevilen ve sayılan aile büyükleri bilhassa aşağılanmış. Onurları kırılmış.

Nevzat Güngör neşeli bir adam, kalemi güçlü bir yazar. İkisi Evrensel’den (“Beyaz Mendil” ve “Görünmez Adam”) biri de Ayrıntı Yayınları’ndan (“Özgür Ölüler”) çıkan 3 öykü kitabı var.

Cezaevlerinde çok kaliteli insanlar var. Umut Davası’nın veya Sivas Davası’nın bütün mahkûmları gibi, kayalardan ağır iftiralar sonucu hüküm giymiş bütünüyle masum insanlar var.

Devlet, düşünen, ahlak ve erdem ile karşı çıkan, zulüm çarkına çomak sokan, başka bir dünya arayan insanları “terörist” diye damgalayıp zindanlara atıyor.

Avukat arkadaşlara tavsiye ederim: cezaevlerini ziyaret etsinler. Bilhassa siyasi tutsaklarla görüşsünler.

Hikmet, basiret, feraset sahibi, yazar, çizer düşünür nice insan var, aydınlık bir kafaya, diriltici bir söyleme, ahlaki bir duruşa sahip.

Tutsaklarla görüşmeler insanlık adına, kardeşlik adına paha biçilmez bir değer eder.

Yüz yüze görüşme imkânı olmayanlar mektuplaşabilirler pekâlâ.

Herkesin bir zindan arkadaşı, bir mektup arkadaşı olmalı.