Suriye’nin Yetimleri

Trabzon İHH İnsani Yardım Derneği’nden 18 kişilik bir ekiple iki günlük kısa bir Suriye ziyareti gerçekleştirdik. Sınırı geçmeden önce İHH’nın Kilis’teki devasa Lojistik merkezinde bir gece dinlendik. Burada grup ikiye ayrıldı. Bir grup Azez ve Afrin’e giderken, diğer grup İdlib ve Lazkiye’ye geçti.

Ben ilk günü Azez’de, ikinci günü Afrin’de geçiren grupta yer aldım. Ziyaretin amacı, bağışçıların destek verdiği okul, barınak gibi projeleri yerinde görmek, yeni gıda, kışlık giyecek ve hijyen malzemelerinin bir kısmını bizzat teslim etmek ve halihazırdaki son durumlar hakkında ilk elden bilgi almaktı.

Neler olup bittiği, elbette ekranlardan da, raporlardan da öğrenilebilirdi ama orada bulunmanın, aynı havayı solumanın, yüz yüze, göz göze gelmenin, hülasa, somut olarak temas etmenin yerini tutmazdı asla. Son yıllarda sanallık bir salgın halini almışsa da hatırlamakta fayda var: Hayat somuttur. Acılar, yaralar, gözyaşları, ah’lar, yokluk somut.

Savaşın, yoksulluğun, öz vatanında mülteci, kamplarda bir nevi esir olmanın ve kelimenin her anlamıyla yetim kalmanın ne demek olduğunu anlamak, müşahede ve idrak etmek için gitmek gerekli. Sanallığı aşman ve oraya tüm varlığında varman gerekli.

Adına Suriye denilen topraklar, içinde yaşadığımız coğrafyanın bir parçası. Halep ordaysa Antep burda. Bu, tarihle, kültürle ve coğrafyayla alakalı bir durum; devletlerle, uluslarla, rejimlerle değil.

Wikipedia’ya baktığınızda bugün Suriye nüfusu 18 milyon görünüyor. Bölgede görevli üst düzey bir Türk’ten aldığım bilgiye göre 2011 yılında, iç savaş başlamadan önce Suriye nüfusu 20 milyon civarındaymış. Savaştan sonra 10 milyon insan Suriye dışına çıkmış. 6-7 milyon civarında insan ülke içinde göçe mecbur edilmiş olup Türkiye sınırına yakın bölgede, kamplarda yaşıyor. Rakamların tahmini olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Zira 10 yıldır nüfus sayımı yapılamıyor.

İki günlük ziyaretimizde çoğunluğunu çocuklar ve kadınların oluşturduğu kampları dolaştık.

Bütün dinlerin, devletlerin, politikaların, ideolojilerin üzerinde çok acı, çok açık bir gerçek var: Çocuklar. Savaşın tümüyle mağduru ve masumu çocuklar. En katı vicdanların bile sızım sızım sızlayacağı yer işte tam burası. Benim de yolculuğum tam burayaydı ve tam da burada gözlerim yaşardı. Hayır hayır, ağlamadım, gözüme bir şey kaçtı!

Elektriği, suyu olmayan, her yağmurda çamur içinde kalan kamplarda doğan çocuklar bugün 9 yaşındalar. Çoğunun babası veya annesi, kimilerinin hem annesi hem de babası hayatta değil. Memleketinden ve akrabalarından uzaklaştırılmak, ah, şu acı gurbetlik, yersizlik, yurtsuzluk, yetimliğe dahil.

Bizler, elden düşürmedikleri akıllı telefonları, tabletleri ile meşhur Z kuşağını çekiştireduralım, yanı başımızda, savaşın içine doğmuş “kayıp” bir kuşak yetişiyor. Savaşın enkazı altından çıkıp beş sıfır geriden başlayanlar, akranlarına nasıl yetişsinler?

Normal hayat nedir bilmiyorlar. Çadırlarda, derme çatma barınaklarda yaşıyorlar. Okula gidemiyorlar. Musluğu açıp suya, düğmeye basıp elektiriğe ulaşamıyorlar.

Hayalleri, savaşsız bir dünya. Babalarının ve annelerinin olduğu, başlarını sokabilecekleri, mümkünse tuvaleti ve banyosu da bulunan, kendilerine ait bir yuva.

Bu çocuklar, kendilerine ait olmayan günahların bedelini peşinen ödüyorlarsa, biz büyükler, Ü’sü büyük, büyük nimetler içinde yüzen Ümmet-i Muhammed, nasıl bir vebalin altında olduğumuzu hayal edebiliyor muyuz? En azından hayâ edebiliyor muyuz?

Şöyle bir ayet mi vardı sanki: “Kamplara mahkum edilen o çocuklara sorulduğunda; hangi günahtan ötürü yetimliğe ve yoksulluğa düşürüldükleri!?”

Savaş büyük bir yıkım getirdi. Suriye halen çalkalanıyor. Ne yazık ki sağlıklı bir çözüm umudu baş göstermiş değil yakın vadede.

Bizler, depreme dayanaksız evler inşa eden ama depremden sonra büyük bir özveri ile seferber olan, arama kurtara faaliyetlerine girişen, uykusuz gecelerce uğraşan, enkaz altından çıkarabildiği kadar hayat çıkaran, öpüp de alnına koyan, çadırlar kuran, pansumanlar yapan bir neslin torunlarıyız.

Umarız torunlarımız depreme dayanıklı evler inşa etme basiretini sergiler, tedbirini alırlar. Biz, kendimizi, enkazlar üzerine hayat inşa etmek zarureti içinde bulduk. Umarız onlar bulmazlar.

Esma’ya Mektup

Dünyaya bakıyorsun, gözlerin acıyor.

Kum fırtınası gibi bir zulüm fırtınası, gözlerini açamıyorsun.

Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü’nde söylendiği gibi:

“Böylesine hazırlıklı değilim daha.”

Bu kadar kötülük karşısında, bu denli çaresizlik ruh sağlığımı tehdit ediyor.

Ağır bir saldırı altında olduğumuz muhakkak.

Günlerdir, ne yapsam diyorum, ne yapsam. Bilemiyorum. İçim daralıyor. İçim o kadar daralıyor ki genişletmek için sokaklara, kitaplara atıyorum kendimi, dualar ediyorum. Duaları dualara ekliyorum, bir yol arıyorum. İki, on iki, yirmi iki tur atıp geliyorum. Gittiğim de aynı, geldiğim de.

Dalgalardayım, kayalarda patlayan.

Dalgaların ıslattığı, güneşlerin kuruttuğu kayalardayım.

İrtifa kaybeden bir uçakta. Soluklu soluksuz anlarda.

Aldığımız nefes de verdiğimiz nefes de aynı, aynı esef.

Bu dünyanın bir de öbür dünyası var Allah’tan, diyorum.

Yoksa hesabı burada kesmek için “ulusal sınırları” aşmak istiyorum.

Ulusal sınırlara ve ulusal çıkarlara asla inanmıyorum.

Evrensel değerlere, insanlığa, insanlığın ortak aklına, iyiliğine inanıyorum.

İyi de, bu ne hal böyle!

Çivisi çıkmış dünyanın bir avuç alçağı, aklına çivi çakıyor dünyanın, kalbini deşiyor.

Suriye’de, bir Müslüman coğrafyasında insanlığın izzeti, onuru, neyi varsa ayaklar altında.

Az kaldı, utanacağımız bir insanlığımız da kalmayacak, dibe vuracağız, dönüş yolunu tümden yitireceğiz, Allah bizden, biz Allah’tan umudu keseceğiz ve “ölüp” gideceğiz!

O aşamaya doğru ilerleniyor hızlıca, ne yazık, ne kadar da yazık!

Resim sergisi seyreder gibi yere serilmiş ölü çocukları seyrediyoruz. Feci şekilde öldürülmüş, öldürülmeden önce de öldürülürken de öldürüldükten sonra da feci şekilde seyredilmiş!

Kitabımız, haksız yere bir cana kıymak bütün bir insanlığı katletmektir diyor da, kime diyor, inananlara!

Kimyasal bir katliamla, böcek ilaçlar gibi çoluk çocuk öldürmenin şeytanlıktan başka bir dini, ideolojisi, stratejisi olabilir mi?

Bu şerefsizliğe karşı gerekeni el ile değilse dil ile de mi ifa etmez insanlar, Müslümanlar?

Çoğu çocuk, çoğu kesinkes masum 1000’den fazla insanı bir hamlede katlederken firavunlar, diktatörler, kendi cehennemlerine petrol tankerleri ile dalarken, bizlere nasıl bir “seyir zevki” yaşattıklarına bakar mısınız:

“Burun akması, göğsün sıkışması, görüşün zayıflaması, nefes almada güçlük, aşırı terleme, adalelerin kasılması, kusma, gözbebeklerinin küçülmesi ve görüşte bulanıklık, sendeleme, şaşkınlık, uyuşukluk, hafıza kaybı, çırpınma, koma, nefesin kesilmesi ve ölümün meydana gelmesi…”

Sudan çıkmış balık gibi çırpınan, çırpına çırpına can çekişirken kendilerine yardım edilemeyen bu çocukları o hale sokanlarda namus mu olur?

Meleklere tecavüz için tuzaklar kurulan bir topraktan vatan mı olur?

Size söyleyebileceğimiz en güzel sözdür: Allah’ınızdan bulun!

Bir Allah’ınız varsa, aradığınız neyse, buldunuz! Henüz bulmadınızsa bulacaksınız.

Yol kenarında bir otobüsü bekler gibi sizinle bekleyeceğiz, sizi de bizi de alacak ölümü.

Ölüm bizi eşitlerken çıldıracaksınız, insanları içine attığınız derin dehşete düşeceksiniz ve cehennem, sonsuz konukluğunuzdan haz duyacak.

Zalimler için yaşasın cehennem.

Elhamdülillah ölüm var.

Ölüm bir turnusol kâğıdı gibi sizin korkakların en korkağı olduğunuzu gösterirken, bir yoldaş gibi kendisine tebessüm eden şehitlerimizin şanlı şarkısını mırıldanıyor olacak.

Esma buna şahittir. Babası buna şahittir. Mursi buna şahittir. Allah ve şehitler kervanı ve gören gözler buna şahittir.

Evet Mısır’da Müslümanlar “kazanacak” değil “çoktan kazandı” diyoruz.

Bize yeniden cihad ayetleri, yeniden şehadet ayetleri inzal olmasına vesile destan yazarı Mısırlı kardeşlerimizle, Müslüman kardeşlerle gurur duyuyoruz.

Kazandığını sanırken kaybetmenin bir adı da, takma ve çakma adı da Sisi oldu. Sinsi ve katil İsrail Devleti oldu!

Hiçbir medet ummadığımız, umamayacağımız niyeti bozuk milletlere bakın, birleşmişler, evet Bir Leşmişler, leş gibi yere serilmişler, daha işin başında, kurulur kurulmaz, yeni dünya düzeninin koltuğuna kurulur kurulmaz.

Hayır olmaz, sizin bir itibarınız olmadı ve olamaz.

İsrail’in, insanlığın utanç abidesi olan hamisi Amerika’nın, bir onuru olmadı, olamaz.

Para, güç, iktidar olur, ama Onur’dan Haysiyet’ten bahsediyoruz burada, başka bir şeyden bahsediyoruz.

Uluslararası ilişkiler’de, devlet yönetimlerinde, ulusal çıkarlar söz konusu olduğunda bu laflar romantik, realite dışı, bayağı, “edebiyat” oluyormuş.

Bu laflara, bu mantığa yer yok diyor akademisyenler, bilirkişiler, uzmanlar!

Ben makinelerin değil insanların yönetimlerinden bahsediyorum.

İnsan’ın olduğu yerde bu kavramlardan bahsedemeyeceğimizi düşünüyor olabilirler, Allah öyle düşünmüyor, bizi de bu bağlıyor, onların kendi küçük akılları ile ürettikleri değil.

Bizi dünyanın alçakları ile yüz yüze getiren olayların, süreçlerin ortasında kaldık.

Babasından öyle gören bir cani daha tanıdık.

Cunta kadar kafası conta kadar yüreği olan, çürük yumurta sarısı kadar gözlerle dünyaya bakan, çapsız, ipsiz sapsız, sinsi piyon, tenekeden kukla Sisi adında bir çağdaş Firavun tanıdık.

Bunca bedeller ödendi, bedenler öldü, öldük, öldürüldük.

Neden acaba?

Esma ile tanışmak için olmasın?

Esma gibi mektuplar almak için olmasın?

Esma gibi sözlenmek, nişanlanmak, evlenmek için olmasın?

Semaya Esmalarla bakan insanların yaşadığı bir ülke, Esma’yı yetiştiren babaların yönettiği bir büyük devlet için olmasın?

Olsun!

Hayırlı olsun!