Cezaevi Ziyaretleri -2

İlkinin üzerinden iki yıl geçmiş.

Tekrar Bolu F Tipi Cezaevi’ndeyiz.

Avukat Kaya Kartal ve Ahmet Kılıç ile.

Pripyat’a hoş geldik!

Terk edilmiş bir yerde, unutulmaya terk edilmiş, hem toplu halde hem tek tek terk edilmiş Müslüman tutsaklara misafiriz.

Bir cümlede bu kadar “terk edilme”, insanı rahatsız ediyor değil mi?

Evet, her cümlenin öznesi imtihandır bu dünyada, bizce.

Bir görüşme, ortalama 35 dakika.  Toplam sekiz görüşme gerçekleştirdik.

Can Özbilen’i gayet diri gördük. Elhamdülillah.

Yayına hazırladığı kitabından bahsediyor.

Osman Erdemir’se, içimizi burktu.

93 yılından beri tutsak olan bu Müslüman şairin konuşurken zorlandığı göze çarpıyordu. İnsan fıtratını fazlasıyla zorlayan bu tip cezaevlerinin sayısız yan etkilerinden, asıl cezaya ilave cezalarından biri olabilir. Bilemiyorum.

“Sahiplenme, hatırlanma yok” diyor. Sadece ailesi. Arkadaşları, babasını filan görünce memlekette, şaşırıyorlar, soruyorlarmış: “Osman halen çıkmadı mı?”

Tamer Aslan’ı da iyi gördük. Neşeli.

Bu adamlar başka bir evrende, bizim bilmediğimiz, aklımızın almadığı, hiçbir kanalda yayınlanmayan, pek bir kaydı kuydu olmayan, belki biraz farazi, bir yere kadar arızi hayatlar yaşıyorlar. Arşivleri açılmamış yaşamlar.

İrfan Çağrıcı. Tutsak derviş. Peltek vaiz! Kekeme Çocuklar Korosu’nun başı. Üzerine 10 kişinin abandığı Bruce Lee!

Konuşması, konuşamaması, susması, bakması, yorgunluğu, dinginliği, garipliği, hüznü kabulü, hüznü tevekkülü, hüznü tebessümü…

Gözlerimde, boğazımda bir acıma, yanma hissettim.

İrfan Çağrıcı, günün 20 saatini küçücük bir odada yalnız başına geçiriyor. Sadece 4 saat, küçük bir avluya çıkma ve aynı avluya çıkan 2 mahkûm ile görüşme olanağı var.

Her tutsağın odasında televizyon var. Fakat İrfan Çağrıcı Televizyon sokmamış odasına. İnanılır gibi değil! 15 yıldır günde 20 saati minik bir odada tek başınıza geçirmeye mahkûmsunuz ve sizi “oyalayacak” TV gibi bir aracı kabul etmiyorsunuz.

“Tutsak Derviş” derken, abarttığımı düşünenler olabilirdi. Halen olabilir mi?

Rıdvan Çağrıcı. Heyecanlı. Dile kolay, 28 yıllık bir tutsaklıktan sonra, bu yılın sonu inşallah tahliye oluyor. Bir küçük hukuksuzluk daha eklemezlerse! Yoksa, 2015 sonu. Ama garanti değil. Burası Türkiye. Hem, zaten unutulmuş bir adamın, 5-10 sene daha unutulması işten bile değil!

İsmail Uysal. Salih Mirzabeyoğlu’nun yan koğuşunda kalıyor. Aynı minik avluyu kullanıyor. Kumandan’ın hizmetinde. Kumandan’a yapılan telegram işkencelerini anlatıyor.

“Nasılsın” sorusuna verdiği cevap hoş.

“Müslümanız, daha ne olsun!”

Velit Bilen. Mahcup köylü çocuğu. Yiğit delikanlı.

Tahliye ne zaman, diye sormuş bulunuyoruz kendisine.

(böyle sorular sormazdık genelde, çekinirdik, ayıp olur diye düşünürdük.)

2023 diyor. Emin değil gibi. “Yani, öyle görünüyor” demeye getiriyor. Ya da b şıkkı: Beklentisi yok. Allah bilir. Tahliye beklenmez. Gelecek olan gelir.

92 yılında, 20 yaşında içeriye girmiş birinden bahsediyoruz.

Salih Baytap. Resimler, kitaplar, okumalar, okumalar, okumalar.

Bir cezaevi ziyaretinin daha sonuna geldik.

Bir cezaevi yazısının daha sonuna geldik.

Düşünün ki bu yazı boyunca biri hep yanı başınızdaydı.

Sizi görüyordu, konuşmanızı duyuyordu.

Siz hareketlenince, o da size doğru hareketleniyordu.

Bir gardiyan. Bir gardiyan daha. Bir gardiyan daha…

 

“Efkar mektubudur aşkın sözsüz okunur 
Yalan dünya dört mevsimde bir bahar olur 
Varsın eller gönül yarası kapanır sansın 
Kabuğun altında sevgili sen kanayansın”

(Not: Tutsaklara mektup göndermek isteyenlerin adres kısmına “F Tipi Cezaevi / Bolu” yazmaları yeterli olacaktır.)

Daha Başka

Mahmut Uyan, Abdülselam Durmaz, Şevket Baytap, Ahmet Şat, M. Ali Şeker, Rıdvan Çağrıcı, Sabri Aktaş, Velit Bilen, İdris Yağmur, İbrahim Günaydın, Tamer Aslan, Rıza Bayramçavuş, Osman Erdemir, Can Özbilen…

Bu isimlerden herhangi birini tanıyor musunuz?

Bir başka isim ile ipucu vereyim: Salih Mirzabeyoğlu?

Evet, onu tanıyorsunuz. 16 yıldır cezaevinde.

Hukuk ile bağlantısı olmayan bir “yargılama” sonucu, suçlu olduğunu gösterir herhangi bir delil bulun-a-madan, kat be kat ağırlaştırılmış bir kararla bu ülkenin her köşesinde şubesi bulunan F tipi zindanlardan birine atılmış.

Öyle bir zulüm ki bu, kendisine resmen verilmiş ceza, gayrı resmi olarak uygulanan işkencelerin yanında hafif kalıyor olabilir.

Hiçbir kayıt, şart ve talebe bağlı kalmaksızın, sadece Adalet için, bir an önce tümüyle iptal edilmesi gereken 28 Şubat Siyasi yargı kararlarının öne çıkardığı sembol bir isim Salih Mirzabeyoğlu.

28 Şubat Siyasi Yargı Kararları neden iptal edilmeli, sorusu önemli.

Olağan dönemde dahi adil bir yargılama yapamadığı bilimsel olarak aşikâr T.C. Mahkemelerinin, bir hayli olağanüstü dönemlerde vereceği kararlarla adaleti tesis etmesi şüphesiz ki mümkün değildir.

(Bu cümlenin birilerine ağır geleceğini veya fazla iddialı görüneceğini tahmin edebiliyorum. Bilhassa devlet’ini çok seven, ama sevdiği oranda sorgulamayıp tonlarca kiloluk günah yükünü sırtlananlar, ayrıca öfke de duyabilirler. Doğrudur, gerçekler bazı devir ve bünyelerde “yan etki” yapar. Ne var ki görememek, gerçekleri değiştirmez. KPSS’ye girmeyebiliriz, ancak yaşamak imtihanına girdik, dünyaya geldik, burada ve bu zamanda.)

İstiklal Mahkemeleri’nden Devlet Güvenlik Mahkemelerine, oradan Özel Yetkili Mahkemelere… Devlet, Adalet dersinden istikrarlı biçimde en düşük notlarla sınıfta kalmış, kalakalmıştır.

(Sadece adını yazan bir öğrencinin kâğıdına hoca kaç puan verebilir ki!)

Devlet dersinde “öldürülmüş”, mahkûm değil tutsak olan, hayatı zindanlarda, f tiplerinde, tecritlerde geçen binlerce insanı temsil etmesi açısından sadece ama sadece 14 isim saydık.

Biraz daha empati için sırasıyla, kaç yıldır zindanlarla olduklarına bakalım:

20 yıl, 20 yıl, 20 yıl, 20 yıl, 21 yıl, 28 yıl, 21 yıl, 20 yıl, 21 yıl, 20 yıl, 20 yıl, 21 yıl, 21 yıl, 21 yıl!

Kalkınma değil Adalet için soruyorum:

Herkese için adalet diyecek yüreğiniz var mı?

Bu zulmün üzerine yürüyecek pratiği de geçtim, teorik ‘karar’lılığınız var mı?

Soracak mıyız:

“Yahu, 19 yaşında cezaevine gönderilen bir çocuk, neden 20 yıldır içerde?”

Neye göre ceza veriliyor, dahası ne için ceza veriliyor?

Devletin aklı, psikolojisi, bilinçaltı şu mu:

“Allah kahretsin ki Batı’ya şirin görünmemiz, bir tür çağdaşlık elbisesi giymemiz gerektiğinden idam cezasını kaldırmak zorunda kaldık, onun yerine ağırlaştırılmış bir ölümle imha edeceğiz muhaliflerimizi, biraz zaman alıyor evet, ne yapalım, bununla yetineceğiz!”

10 yılda, 20 yılda bir insanı “ıslah” edemeyen sistemin esasen kendisi ıslaha muhtaç değil mi?

Mesela henüz Uğur Mumcu’nun katili bulunabilmiş değilken, 93 yılından bu yana onlarca “Uğur Mumcu Katili” yakalayan, cezalandıran; binlerce insanın hayatını -fırsat bu fırsat- mahveden, sayısız davalarda insanlığı sakınmaksızın sahne alan sayısız işkenceci hâkimler, savcılar, polisler, gardiyanlar besleyen sistemden önce ıslaha muhtaç kimdir, nedir bu ülkede?

“Bir iç kanama gibi sessiz ve derinden” tesir eden, paramparça edilen, yoksulluk gibi gözlere çöken, evlat acısı gibi yüreklere oturan öyle çok hayatlar var ki bu ülkede!

Bir başkadır benim memleketim.

İşte bizim gibi “ütopyacılar” da başka olmasını istiyorlar.

Daha başka!