Uçtun Yine Deli Gönül

2020 yılı temmuz ayında henüz 45 yaşındayken hayata veda etmişti Asım Gültekin. Uzaktan da olsa tanıdığım, çalışma ve çabalarından haberdar olduğum biriydi. Kimseye müdânâ etmeyen, dünya malına, mevki makama değer vermeyen, dervişçe yaşamayı tercih etmiş biriydi.

“Dünya Bizim” adlı kültür sanat sitesini kurmuş ve yönetiyordu. 2010’lu yıllarda, her gün bir kez girip besleniyordum o havzadan. Onun yönetiminde ışıl ışıl parlayan, değer üreten, kıyıda köşede kalmış isimleri, emekleri bulup buluşturan, okurla kucaklaştıran, samimi ve iddialı bir yerdi Dünya Bizim.

Kitapsever ve dergi delisi olarak ün salmış Asım Gültekin’in dergisi gibiydi. Her ne kadar elinize alamasanız da sanallıktan uzak durmaya, yazar çizer ve okurlarıyla buluşmaya özen gösteren hevesli bir ekibin işiydi. Su katılmamış bir salih amel denemesi, kabul edilmiş bir dua gibiydi.

Asım Gültekin’in bir derdi olduğu belliydi, Nesimi’nin mısralarında karşılık bulan…

“Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına
Bugün buldum bugün yerim, Hakk kerimdir yarına
Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına
Rızkımı veren Hüda’dır kula minnet eylemem”

Derdini dava diye yaşayan ve olanca onuruyla taşıyan Asım Abi’nin kitabına “Uçtun Yine Deli Gönül” ismini kim koymuşsa, tebrik ederim. Fazlasıyla rasyonel, akılcı, maddeci ve kir pas içindeki bir dünyada Müslümanca yaşamak, gönül gözüyle görmeden ve ayakları yerden kesmeden mümkün olabilir mi? Asım Abi’nin dünyaya karşı aldığı tavra ve ruh haline uygun geliyor bana bu söz.

Deli bir gönülle kuş gibi yaşadı ve birden bire havalandı, uçtu gitti!

Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde rahmetlinin Genç Dergisi’nde kaleme aldığı yazıları, ikinci bölümde onu yakından tanıyan 55 kişinin şahitlikleri, kısa anlatıları, yer alıyor.

Rasim Özdenören, ölüm haberini aldığında neler hissettiğini şu sözlerle anlatmış gazetedeki köşesinde: “Bütün tanıdıkları, dostları gibi ben de şok oldum. Beklemediğimiz bir olaydı. Sağ kolum koptu sandım.”

Erol Erdoğan, “akranlarına dost, gençlere ağabey, dergicilere yoldaştı” diye yazmış.

Suavi Kemal Yazgıç, onun farklı bir yönüne dikkat çekmiş: “Asım Gültekin, okumanın bir başına yapılan bir eylem olmadığını, halkalar halinde okumanın bereketini hatırlattı bize.”

Aykut Kuşkaya şu sözlerle ortaya koymuş şahitliğini:

“Fedakar ve çoğu maddi anlamda karşılıksız müthiş bir çabayla, bizi biz yapan değerleri yeni kuşaklara aktarma gayretine ve onurlu bir Müslüman olarak yaşadığına şahidiz.”

Salim Sarıyıldız, Asım Gültekin’in, ismini efsane ağabeyler listesine yazdırdığı tespitinde bulunmuş: “Ağabeylik müessesesine entelektüel derinlik ve kalite getirmişti.”

Yıldız Ramazanoğlu onu, “tek başına seferberlik ilan etmiş, yola çıkmış bir adam” olarak tanımlamış.

Mehmet Dinç, “Asım Ağabey aklıma hep kadim taş bir köprüyü getirir” demiş. Harika bir benzetme doğrusu. “Acele etmeden, telaşsız kısa ömründe sayısız gence dokundu.”

İbrahim Tenekeci, “yazması gereken onlarca kitabı bir kenara bırakıp kendini genç nesillere adamış bir insandı” diyor. “Daima kardeşlik ahlakına uygun davranırdı. Onu tanıyalı yirmi yedi yıl olmuş. Bu zaman zarfında iyiliğini çok gördüm, kötülüğünü hiç görmedim.”

Çoğu birbirini belki de hiç veya pek tanımayan yüzlerce insanın büyük bir samimiyetle gerçekleştirdiği hayır dualar ve şahitlikler içinden yalnızca 55 isminkine yer verilebilmiş kitapta. Ben de altını çizdiklerim içinden bir kaçını buraya aldım.

Bir dava adamının portresini, ne kadar farklı, renkli bir kişilik olduğunu merak eden, tahlil etmek isteyenler kitaba müracaat edebilirler. Beni en çok etkileyen şahitlikler Sedat Anar ve Mehmet Lütfü Arslan’a ait olanlardı.

18 Mayıs 2017 tarihinde Asım Gültekin’den bir eposta aldım. Telaş içinde, yanlışlıkla bana gönderilen bir mesajdı bu. Bu vesileyle yazışmışız.

18 yıllık e-posta kutumda arattım, ne öncesinde ne de sonrasında herhangi bir yazışmamız olmuş. Bu tevafuk, kalabalık akan bir kaldırımda rastlaşma düzeyinde karşılaşma, ayaküstü muhabbet, onun karakterine dair net bir fikir veriyor.

Kitapta sağlamasını yaptım, pek çok kişi onun bu özelliğine, diğergâmlık diyelim buna, dikkat çekmiş. Allah için, kim olursa olsun, insana değer vermek, değer katmak, onun omzuna, daha iyi olması için dokunmak olarak tarif edebilirim bu inceliği, güzel davranışı.

Şöyle yazmış rahmetli:

“sa abi ayın 18ine kaldım ama inşallah çok gecikmemişimdir.

cahit koytakın çıkacak şiir kitaplarının isimleri ile alakalı bir karmaşa vardı. telefonlaştım, isimlerin kendisindeki son halini aldım.

25 kadar şiir kitabı var abi adamın çıkacak. 10 bin sayfa şiir. 3bin sayfası filan yayınlanmış durumda. 7bin sayfası duruyor. yayınlanmayı bekliyor.

muazzam bir hazine.

yazıyı kesmek biçmek gerekirse istediğiniz gibi kesip budayabilirsiniz.

selam ile dua ile”

Bunun üzerine ben de, işlerinde bir aksaklık olmaması için, “abi eposta yanlışlıkla bana gelmiş” diye uyardım kendisini.

Karşılıklı oturup bir çay içmişliğimiz olduğunu hatırlamıyorum. O kadarcık bir hukukumuz, basit bir anımız bile yokken, teşekkür edip geçeceği yerde, onca işin arasında bana şu mesajı yazmıştı:

“sa m ali abi

m ali çalışkan yerine sana mail atmışım.

bu vesile ile

gazete okuyan tavuk kitabını kızıma okudum altı yedi ay önce

tebrik ederim

nasreddin hocanın bisikletini kitaplıktan alıp okuyamadık kızımla. onu da okuruz inşallah.

dilinin rahat olması

muziplik bunlar güzel özellikler çocuk kitapları için.

yeni kitaplar yazmayı ihmal etme bence.

bir de okullarda programlar yapmayı ihmal etmemek gerekiyor.

şimdilik dar vakitte bu kadarcık demiş olayım

selam ile

dua ile”


İşte böyle biriydi Asım Gültekin. Almaktan çok vermeyi düşünen biri.

Rabbim kusurlarını affetsin, rahmetiyle muamele ve cennetiyle müşerref eylesin.

Karar

Karar Gazetesi’nin internet sayfasında Yıldıray Oğur’un bugünkü yazısını okurken şu tespit cümlesi aklımda kalmıştı.

“Fikri tartışmaların her an karakolda, savcı karşısında bittiği, medyada çok sesliliğin azaldığı, sivil toplumun kriminalize olduğu, sokaklarda basın açıklaması yapmanın bile bir valinin iki dudağının arasına baktığı bir ortamda, 29 Ekimler ve 10 Kasımlar meşru ve risksiz bir muhalif boy gösterme fırsatına dönüşüyor.”

Derken ana sayfaya döndüğümde manşette henüz yayına girmiş bir duyuru dikkatimi çekti: “Kamuoyuna ve okurlarımıza zaruri bir açıklama”

Karar Gazetesi “yayın hayatına başladığı 7 Mart 2016 tarihinden bu yana yoğun, sistematik ve arkası kesilmeyen çeşitli baskılarla karşı karşıya” bulunduğunu duyuruyordu.

Bu baskılar ne yenidir, ne de yerlidir. İnsanlık var olduğundan bu yana var olan tahammülsüzlüğün, zorbalığın en bariz göstergesidir.

İktidar sahipleri basından sadece şakşak ve pohpoh bekliyorlar. Hataların, eksiklerin gösterilip eleştirilmesini ihanet olarak görüyorlar. Haklılığı, ahlaki üstünlüğü ve cesareti yitirenlerin başvuracağı bir yöntemdir bu. Kaba bir zulümdür.

İfade özgürlüğüne saygısı olmayanlar, insan olma ve insan kalma hakkımıza saldırıyorlar. İşi bu noktaya vardıranlar yarın amaca giden her yolu –ama her yolu- mübah görürler. Bu kafa yapısından daha büyük bir tehlike var mı bizi bekleyen?

Hakkı söyleme hakkının linç edildiği bir ortamdayız. Hakkı söyleyenlerin dokuz köyden kovulmakta kalmadığı, ötekileştirilip savcıların, polislerin, “media” paçavralarının önüne “suçlu” diye “hain” diye, “terörist” diye atıldığı bir “karartma” çağındayız.

İlkelerin gömüldüğü, iliklere işlemiş menfaatlerin ekranlardan irin gibi aktığı, aklın devre dışı bırakıldığı, bütün “media”larıyla saldıran “büyücü” güçlerin gözleri boyadığı bir çağdayız. Büyüklüğüyle övünülen Çağlayan Adliyesi ve Silivri Cezaevi bu çağın şahitleridir.

Olan biteni şöyle görüyorum:

Bir grup (azınlık) “iyiliği tavsiye etmek, kötülükten sakındırmak” farzını ifa edip toplumu ve yöneticileri uyarıyor. Küçük bir grup (iktidar sahipleri ve “nedime”leri) ibadet sayılacak bu çabayı susturmak, mümkünse bir kaşık suda boğmak istiyor. Toplumun büyük bir kısmı ise bu zulmü seyrediyor. Seyrediyor zira zulmü göremeyecek bir halde.

Müslümanın Müslümana yaptığı bu.  

İktidar sahipleri İslam’ı, Kur’an’ı, Allah’ı dillerinden düşürmüyorlar.  Peki, Karar Gazetesi’nde kimler ne için yazıyor çiziyor? Hakan Albayrak, Yıldız Ramazanoğlu, Yıldıray Oğur, Mustafa Öztürk, Yusuf Ziya Cömert, İbrahim Kiras, Elif Çakır, Ahmet Taşgetiren gibi isimler ne yapıyorlar? Neyi amaçlıyorlar?

Allah’tan korkmak aşaması da kuldan utanmak aşaması da çoktan geride bırakılmış. Beni endişelendiren de bu.

Lakin cesaret etmek zorundayız. Tek başına da kalsa Müslüman, hakkı söylemek zorundadır.

Taşlanmak mı!? Olsun. Taşlanmak da sünnettir.

Taif’ten geçmedi mi o Sevgili Peygamber?

Sünnetleri biraz da böyle ihya edelim derim.