Önce insan, sonra anne, sonra da 30 yaşında bir öğretmen olarak yaşadığı coğrafyadaki haksızlıklara karşı 2 yıl önce canlı yayında birkaç kelam ettiği için “terör örgütü propagandası” yapmakla suçlanıp 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan Ayşe Çelik 6 aylık bebeği ile birlikte dün cezaevine girdi.
Türkiye’de “yargı”yı biraz olsun tanıyanlar için hiç de şaşırtıcı bir gelişme değil.
Bir kısım medyanın bu durumu ilk haber olarak servis ederken başka ve büyük bir kısım medyanın tümüyle kör-sağır-dilsiz kesilmesi ise tam bir Türkiye klasiği.
Türkiye’de bu geleneksel utançların yanı sıra, geleneksel bir komedi de sürüp gitmektedir. Şöyle ki; “yukarlardan” düğmeye basılır, bir söylem ortaya atılır ve aşağılarda mevki, makam, kıyı köşe sahibi pek çok “gönüllü” zat bu söylemi tekrarlar durur. Üstelik hatırı sayılır bir kısmı anladığından veya inandığından da değil, vazife gereği.
“Yeni Türkiye” söylemi, böyleydi. Sakız gibi çiğnendi ve eskiyince bir kenara atıldı.
“İleri Demokrasi” de böyle bir furyaydı, o da öncekiler gibi geldi geçti.
Yeni bir Türkiye olduğuna, ardından ileri demokrasi aşamasına geçtiğimize ikna edilmeye çalışıldık uzunca bir süre, olmadı. Ordan, lastik gibi çektikçe uzayan bir OHAL rejimine geçtik. Âlemiz vallahi! İfratlardan ifrat, tefritlerden tefrit beğeniyoruz. Yoktur bizim gibisi.
Ayşe Çelik’in başına gelenler çok geri demokrasilerde bile olacak iş değil.
Adalet diye bir arzu, talep zaten yok. Hukuk’u da çoktan geçtik! Bari diyorum, sistem, hak ve özgürlükler anlamında yetersiz dahi olsa kendi koyduğu yasalara uysa!
Kendi yasalarına uyan, kendi sözünde duran, dürüst bir yargılama mekanizması kurulabilse bu ülkede, ne güzel olur. Hele insana yaraşır, tatmin edici bir düzeyde hukuk olsa. Sonraki aşamada, Adalet’e yönelik bir düzenin inşasına girişme yetkinliğine sahip olabiliriz. Bir Adalet Bakanlığı kurulması gündeme gelir, bir Adalet Bakanı filan olur. Sayısız yasa fakültesi var bu ülkede, yavaş yavaş hukuk fakülteleri de kurulur hem!
Kabul ediyorum, bunlar ileri seviyeler, ileri hedefler; adım adım ilerlemek gerek. Ama hayal etmek parayla değil. İddialarımız olmalı. Ne diyorduk?
Altı aylık bebeği ile bir öğretmen şu aşağıdaki kısacık konuşmayı yaptığı için cezaevine girdi bu ülkede.
Bir sorun, bir zulüm varsa ve aydınlar susarsa, basın susarsa, hocalar, imamlar, kanaat önderleri, hukukçular susarsa, yazar-çizer-sanatçı tayfası susarsa, biri çıkar ve konuşur. Bu böyledir.
Hakkın ayaklar altına alındığı zaman ve zeminlere özgü bir sapmadır nasihati bozgunculuk olarak görmek.
“Türkiye’nin doğusunda, güneydoğusunda neler olup bittiğinin farkında mısınız? Burda doğmamış çocuklar, anneler, insanlar öldürülüyor. Sanatçı olarak, insan olarak bir şekilde siz de yaşananlara sessiz kalmamalısınız, dur demelisiniz.
Ben öğretmenim, öğrencilerini terk eden öğretmenlere seslenmek istiyorum: Bir daha oralara nasıl dönecekler? O güzel, mazlum, tertemiz yürekli çocukların gözlerinin içine nasıl bakacaklar?
Ben konuşamıyorum, gerçekten… Burda yaşananları, ekranlarda, medyada, her şey çok farklı aktarılıyor. Sessiz kalmayın, insan olarak, biraz daha hassasiyetle yaklaşın. Görün, duyun artık, bize el verin. Yazık, insanlar ölmesin, çocuklar ölmesin, anneler ağlamasın.
Bomba seslerinden, kurşun seslerinden… İnsanlar susuzlukla, açlıkla mücadele ediyor… Bebekler, çocuklar… Lütfen siz de duyarlı olun, sessiz kalmayın, rica ediyorum, lütfen.
Bir nebze de olsa sesimizi burdan duyurabildiysek, ne mutlu bize.”