Tanıyanlar bilir, hayvanlarla aram çok iyidir. Beni severler. Kendilerine karşı bir yanlışımı görmüş değiller. (Çocukken yaptığım yaramazlıkları saymıyorum.)
Hayatımda hiç hayvanat bahçesine gitmemiştim. Bugün gitmek nasip oldu.
Pek çok konuda esaslı duygu ve düşünceler sunan okunaklı defterimiz Alıntılar Defteri’nde Hayvanat Bahçesi ile ilgili şu söz aklımdaydı:
“Hayvanat bahçesi yalnızca düş kırıklığına uğratır adamı. Hayvanat bahçesinin kamusal amacı, ziyaretçilere, hayvanlara bakma olanağı sunmaktır. Oysa hiçbir hayvanat bahçesinde bir yabancı, bir hayvanın bakışıyla karşılaşamaz. Olsa olsa, hayvanın bakışı şöyle bir yanıp söner, geçip gider. Hayvanlar yanlara bakarlar. Körcesine ötelere bakarlar.” (John Berger)
Hayvanların doğal ortamlarına ne kadar yakın tasarımlara sahip olursa olsun, son kertede hayvanat bahçesi bir tür hapishanedir. Ne de olsa yapay ve hayli sınırlayıcı bir yerdir. Alıp başını şöyle yorulana kadar uçamayan, koşamayan, av peşinde dolaşmayan bir hayvan için söz konusu kavram esarettir. Kendine bakma özgürlüğünü elinden aldığı hayvana bir bakıcı tayin etmeyi ihmal etmiyor insan. Ne tuhaf bir merhamet göstergesi, değil mi?
Normalde bir leyleği ayağında numaralı bir halhal ile mescit’in önünde dilenci gibi insanların gözüne bakar halde göremezsiniz. Sanmıyorum ki normal bir leylek kasabın önündeki kedi gibi beklesin, size “abi simit mi yiyoruz!?” desin!
Hayvanat Bahçelerinde böyle trajikomik şeyler olur.
Yine de bazı hayvanlar için F Tipi Cezaevi gibi bir yerken hayvanat Bahçesi, kimi hayvan dostlarımız ise hallerinden pek bir memnundur, açıkçası.
Mesela ormanların Kralı koskoca erkek aslanı 80 metrekare (1+1, salon +bahçe) bir dairede yaşıyor görmek insanı hüzne yuvarlar. (Burası İstanbul değil, konut sorunu olmamalı değil mi?) Evet, bir aslan gördüğümüz için mutluyuz, ancak aslan’ı o halde görmek insanın içini burkuyor.
Sonuçta Darıca Hayvanat Bahçesi muhakkak görülmesi gereken bir yer. Ya da daha iyisi olan Ankara AOÇ Hayvanat Bahçesi. (ben bilmem eşim bilir!)
(Mühim not: Darıca Hayvanat Bahçesi öğretmenlere ücretsiz, öğretmen eşlerine %50 indirimli!)
DHB’de o kadar çok ve acayip hayvan gördüm ki, bu kadarını beklemiyordum doğrusu. Böyle yerleri bilhassa haftasonları, mümkünse Pazar günleri, güzide halkımızla cümbür cemaat gezmekte sayısız yarar var. Şaka yapmıyorum. Aman Allah’ım, hayvanlarla ne muhabbetler, ne muhabbetler!.. Birbirinden değerli, akla hayale gelmez matrak yorumlar eşliğinde hayvanlarla hasbihal ediyor, hemi düşünüyor hemi gülüyorsunuz.
150 tane tabela asılı etrafa, yalvarıyor yönetim, Allah aşkına hayvanlara yiyecek vermeyin!
Bizim millete böyle uyarı!.. Yürü git, öyle şey mi olur!
Yönetim güya uyanıklık yapmış, hayvanların dilinden ikazlarda bulunuyor, her yerde levhalar. Mesela Rakun şöyle uyarıyor bizi “ Dikkat, ısırırım!”
Bizim millete böyle uyarı!.. Boş laf, zahmet etmeyin!
Ya hu işin uzmanlarını, bilim insanlarını, işletme sahiplerini dinlemiyoruz, bacak kadar hayvanı mı dinleyeceğiz?
Pelikanlar çocuklarla patlamış mısır yiyor, amcalar papağanlara, konuşsunlar diye çekirdek (rüşvet) veriyor, teyzeler Rakunlara çubuk kraker ikram ediyor, zıpır gençler fotoğraf çekilelim derken lamalara nerdeyse el ense çekecek… Ziyaretçiden çok paparazzi var etrafta, bakanlar da bakılanlar da şaşkın. Böyle bir ortam hayal edin. Tamam samimi, ama kabul etmek gerek ki biraz garip. (Biraz mı?)
Çok hayvan var, insanın aklı almıyor, Allah neler yaratmış!
Kuşlar, ansiklopedilerde, belgesellerde görmediğim kuşlar…
Çizgi filmlerden, boyama kitaplarından çıkmış rengarenk, pırıl pırıl, cıvıl cıvıl kuşlar..
Maymun deyip geçmeyin, onlarca çeşidi var ve insan, kendisine pek bir benzeyen hal ve hareketlerini seyre dalınca, bir tuhaf oluyor.
Armadillo adında bir hayvan gördüm, ağzım açık kaldı. Ufak çaplı bir savaş aracı, bücür bir tank, zırhlı asker mübarek.
Benim için en heyecan verici buluşma, Jaguar ile olandı. Zımba gibi, durmasından bakmasına her yanınyla dehşet verici bir kuvvet saçan Simsiyah bir Jaguar ile karşı karşıya gelince ürperdim, hayranlıkla kendisine bakakaldım. Popçuymuş, topçuymuş, ünlüymüş, yolda görse dönüp de bakmayan, pek de istifini bozmayan ben, hayvana hayran hayran baktım, Messi veya Justin Bieber görmüş ergen gibi büyülendim kaldım.
Bir pençede beni öbür dünyaya yollamayacağından emin olsam, “ver elini öpeyim” diyeceğim. Böyle bir endam, zarafet, güç, karizma, asalet yok!
Puma da feci derecede etkileyici. Bu asalet ve zarafet abidesi hayvan, aynı zamanda sevimli görünüyor. Renginden ve tüylerinden olabilir, insanın sarılası geliyor. (Elbette yavrularına. Mümkünse bir hayli yavru olsun ama!)
Değişik leopar, kaplan ve vaşak türleri de görebiliyorsunuz. Vay be!
Her hayvanla ilgili özet bilgiler de veriliyor hemen yanıbaşında. Sonra eve gidip ilginizi çeken hayvanlar hakkında daha geniş okumalar yapıyorsunuz. Derken “National Geographic” belgeselleri seyrediyorsunuz, hayret ede ede bir hal oluyorsunuz, tüm bu kâinatın yaratıcısı üzerine düşünüyorsunuz, her bir canlının ne kadar mühim ve “eşsiz” olduğuna, kâinatta ne muazzam bir dengenin bulunduğuna vakıf oluyorsunuz, insan olduğunuz ve yaşadığınız için şükrediyorsunuz, şükrünüz artıyor ve bu böyle devam ediyor.
Yine de, hayvanları yakalayıp bir yere kapatmak, doğal ortamlarından koparıp yapay bir alana hapsetmekten ibaret bir zulüm hayvanat bahçeleri. Kapatmalı.
Hayvanları ta dünyanın öbür ucunda da olsa zahmet edip yerinde ve zamanında görmeli, incelemeli. Yaşam alanlarını bozmadan, kendilerini taciz etmeden.
Bu zahmete gitmesek de hayvanların hakkına da girmemek gerek.
Siteniz Gerçekten Çok Güzel Başarılarınızın Devamını Dilerim…Saygılar
BeğenBeğen